Her derdin bir çaresi, her işin bir kolayı var da... Namık Kemal’in diye aklımda bir söz: “İşini bilmeyen; işini çoğaltır.” Dön dolaş yine aynı bulaş… Ne diye?!
*
ŞİMDİ KAÇAKLARINA:
Tamam; anladık! Dün, dün deyip durma! Bıktık! Bugüne gel! Eski defterleri karıştırma! Atasözü, müflis tüccar; eski defterleri karıştırır, der. O tozlu sayfalar nefesimizi kesiyor. Bak; mis gibi “bugün” var elimizde. Yapma, etme!
Mevlânâ da bıkmış ki bu hep dünü sayıklayanlardan: “Her şey dünde kaldı cancağızım; bugün yeni şeyler söylemek lazım.” demiş. Said Nursî: “Hayat zannettiğin halât; bulunduğun ândır.” diyerek bugünü kaçırma diye tembih etmiş. Yine bu muvacehede: “Eski hâl muhal; ya yeni hâl ya izmihlâl…”i de kulağımıza fısıldamış. Eski halılara vur ha vur; ortalık toz duman… Netice? Görene… Köre ne! Şimdiyi göremeyen; dünü ve yarını görecek, ha! Hah hah haa!
*
ADALET TERAZİSİ:
Deprem dolayısıyla bir çağrışımı paylaşmak ihtiyacı hissettim. Adaletin sarsılması her şeyi yerle bir eden deprem değilse; ne!
Bu arada kuşlar dengeyle uçar, çiçekler dengeyle açar. Adalet, denge, terazi, ölçü… Adaletsizlik kainatın akışına muhalefet etmek... Yalanın en acımasızı… İnsanlık sızısı… Netice? Her iki âlemde hüsran... Göze alabiliyorsan buyur!
*
RİYANIN ZİYASI OLMAZ
Gösteriş ön plana çıktıysa; insanlığa göstereceğiniz bir eseriniz yok demektir. Değil başkalarının yolunu aydın etmek; kendi yolunuz da karanlıktır. Riya ve ziya, gece ve gün gibi birbirinin zıddıdır.
*
PAPATYA AŞKI:
Bir papatyanın tedirgin, titrek aşkı kadar aşkın yoksa… aşk olsun!
*
MACERA-YI AŞK
Kerem Aslı’(sı)nı buldu mu!
Aslı neydi/kimdi ki;
Asıldı Kerem bunca!
Mecnun’un aşkı;
Gölge—(ledi) mi çölleri!
Yunus’un çilesi doldu mu!
Çile sefâ oldu mu Yunus’a!
Ferhat niye dayandı dağlara!
Göreydim bir yol seni ey Şirin;
Dağları nasıl böyle deldirdin!
Ferhat da ırgattı amma…
Dağları deldi.
*
SÖZ VE SÜKÛT:
Gereğin konuşulmadığı yerlerde... konuşmanın gereği var mıdır! “Sükûtun altın hali” buralar olsa gerek…
*
ŞEY/SİZLİK:
Ahirzamanda ne çok şey şeysizliğin girdabında can çekişiyor.
*
SİLÜET YA DA İSTANBUL:
(AÇIK HAVA MÜZESİ)
İstanbul’u bunca yıldır tanırım. Silüetine bayılırım bu Açık Hava Müzesi’nin. (Fakat silüete nazar değdi; nevzuhur, acayip, o beton direklerden ilave edildi; silüet şimdi ağır yaralı.) İstanbul ellişer katlı binalarsız olur da... silüetsiz olmaz! Dünyada tek İstanbul’a bula bula bu silüetine zarar vermeyi mi buldunuz! İstanbul ağlıyor; bu biline. Fatih bugün yarın İstanbul’a geliyor, deseler; hangi İstanbul’da ağırlayacaksınız!
*
G/ÖKSÜZLÜK:
Ve çok az bakıyoruz gökyüzüne. İçinin sonsuzluğu uzar gider orda. Kendimizden kaçmak bu göğe bak/a/mayış… Kendisinden uzaklar sana yakın olabilir mi bir de?!