Bu, Sen’i tanımak için bana verdiğin neleri; Sen’i unutmak için kullanmayayım.
Beni benden al!
***
Beni al bu boş uğraşlardan! Lüzumsuz girip çıkmalardan… Bu, doldur boşaltlardan…
***
Beni, sana getirmeyen yolları... nideyim!
***
Nideyim; sana bakmayan, seni görmeyen gözü!
***
Söz ki... hep seni anlatandır.
***
Söz ki... hep sana yönelmektir. Bu sözümü “s/öz” eyle de... durayım bu s/özümde.
***
Yalvarır Fuzûli:
“Ya Rab! Belâ-yı aşk ile kıl âşina beni;
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni.” diye...
Böyle sıkı fıkı bir aşk tanı/şıklığı...
Hep kapıda, eşikte olmak...
Gözünü gönlünü bir ân “adres”ten ayırmamak...
***
Durmadan el eden, gel diyen... Beni uçurumlara çağıran içimin dışımın bu dâvetlerinden bıktım usandım!
***
En yakın ölümler bile (beni) uyandırmaya yetmiyor!
Ölümü unutturmak adına ne kadar sahtelikler, kırık kırtık şeyler, fanteziler, renkler, sesler, hevesler, neler neler önüme atıyorlar...
Aldanmamak öyle zor ki...
Sonrası?!...
Sonrası bir yığın perişanlık, ıztırap, esef, pişmanlık, ah vahlar, eyvahlar ve kulakları sağır eden, edecek vâveylâ...
Şarkıların ayrılık çığlıklarına hangi kalp dayanır?!... İşte, beni böyle böyle; Sen’den almak istiyorlar. Korkum, tedirginliğim bundan... İşte, bundan diyorum, bundandır ki...
Beni bana bırakma! Beni benden al!
***
Kendime, “uzun ömür”ler biçiyorum. Şunu, şuraya; bunu oraya koyuyorum.
Yarınıma, öbür günüme, yıllar ötesine... neler, neler sıralıyorum.
***
Ki ben her ân, senin isimlerinin gölgesinde, çadırında, fanusundayım. Senin isimlerinin hatırına yaşadığımı hatırlamak/bilmek istiyorum.
***
Bileyim: “Seninle olmak nedir?”
Hep bunu istiyorum senden. Lütfunla… Ne olur!
***
Takılıp kalıyorum şu “vitrin dünya”ya.
Sağlam (!) temeller atıyorum!
Kuş tüyü yataklarda yatıyorum!
Kuş sütü eksik soframda!
***
Mevsimler hep senden bahsediyor da… Her nefes borçlanıyorum da...
Ben bu iş güç (!) arasında/n gafletin ta ortasında/n tefekküre çıkacak yolu bekliyorum.
Ki ne hoş anlatmış minneti Baki:
“Minnet Hüda’ya; devlet-i dünya fena bulur;
Baki kalır sahife-i âlemde adımız.”
***
“O gün, gelecek.” diyorum. Ve “o gün” Sana gelip bütün öte yanlardan dönerek: “İşte, buradayım!” diyeceğim.
Diyebilecek miyim?!... Demeliyim çünkü vakit, saat, ân, dem; bu dem...
Bugün, şu ân; işte o ân değil mi, ey hep benden kaçan ben!
***
Ben, bu, “ben”lik diyarında gurbetteyim.
Beni benden al!