Modern dünya tüketim üzerine kuruludur. Daha hızlı yaşama ve azami lezzet peşindedir. Yeme-içme faaliyetimiz de bu durumdan menfî olarak etkilenmiştir. Tamir için bir yerden başlamak gerektiğini biliriz. Hatta harekete geçtiğimiz anlarda olmuştur. Maalesef diyet yapanların çoğunda olduğu gibi sonunu getirmekte zorlanıyoruz.
Zihnimizde aşamadığımız kabuller var. Alışkanlıkları kırmakta zorlanıyoruz. İki öğün yemeğe alışmak birçoğumuz için gerçekleşmesi hayal mesafesinde. Bu durumda güçlü bir argümana ihtiyacımız var. Teorik değil, pratik bir düstur ancak bu zorluğun üstesinden gelmemize imkân tanır. Bunun en güzel örneğinin Ramazan ayında tuttuğumuz oruç olduğunu yaşayarak anlıyoruz.
İki öğün değil belki tek bir öğün ile hayatımızı idame ettirmek ve bunu alışkanlık haline getirmenin mümkün olduğunu Ramazan orucu bize ihtar ediyor. “En az üç öğün yemek gerekir” şeklindeki kabullerin ne kadar temelsiz olduğunu müşahede ediyoruz.
Psikologlar bir alışkanlığın kazanılması için 21 veya 40 gün aynı davranışın tekrarlanması gerektiğini vurguluyorlar. Ramazan ayı bizler için muhteşem bir fırsattır. Bu aydaki otuz günlük tekrar bizleri iki öğün yemeğe alıştırır. “Orada boş sözler değil, sadece ‘selam’ sözü işitirler. Ve sabah akşam rızıklarını hazır bulurlar.” (Meryem Suresi, 62.) ayet meali mevzumuz açısından gayet dikkat çekicidir. Kur’an’da tarif edilen cennet ehlinin iki öğün yemek yediğini belirtir. Bizim de iki öğün yemek yiyerek cennet ehline benzemeye çalışmamız gerekmez mi? Ramazan’dan sonra da Şevval, Zilhicce, Muharrem oruçlarıyla bu kazanımlara devam etmemiz son derece mühimdir…