Beş bini çocuk, üç bini kadın on binden fazla sivilin katledildiği Gazze’deki son soykırımın birinci ayı doldu.
İslâm dünyasının dağınıklığından istifade ile 5 Haziran 1967´de başlayan 6 Gün Savaşında ani baskınlarla Arap ülkelerinin hava kuvvetlerini bütünüyle tahrip edip Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarının bir kısmını işgal ederek sınırlarını dört kat genişleten İsrail’in Kudüs’ü işgal edip “başkent” ilanıyla pervâsızlaşan zulmü ve azgınlığının artması, haksızlık ve hukuksuzluklarının ayyuka çıkması Kur’ân’ın Yahudileri ikaz eden âyetlerinin haklılığını gösteriyor.
Keza hadis-i şeriflerde “arz-ı Şam” olarak târif edilen, Yahudilerin “ard-ı mev’ud” emelleriyle hedefledikleri Nil ve Fırat-Dicle arasındaki toplumları parçalayıp çeşitli mezhebi ve etnik ayrımlarla birbirinden koparılma tefrika fitnesinin devamı olan BOP’u yeniden açığa çıkarıyor.
Aslında İsrail’de binlerce göstericinin Netanyahu’nun evi önünde toplanarak “Katil Netanyahu istifa!” sloganları atması, Washington’da Beyaz Saray’ın karşısında üç yüz bini bulan Amerikalının İsrail’i şiddetle kınaması, Biden’a “Soykrıma imza attın, suça ortak oldun!” tepkisi; Kanada’dan Almanya’ya, Fransa’dan İtalya’ya, İsviçre’den Japonya’ya bütün dünyada halkların “âcilen ateşkes çağrıları”yla İsrail’i şiddetle protestoları, yönetimlerin katliama taraftarlığına rağmen zulme büyük infiâlle insanlık vicdanının haykırışını bir defa daha ortaya koydu.
Ukrayna Savaşında kameraların önünde “insan hakları”ndan dem vurup adeta ağlayan Beyaz Saray sözcülerinin Gazze’de sivillere karşı fosfor bombasının kullanılmasına, hastanelerin, evlerin, okulların, camilerin, kiliselerin, mülteci kamplarının bombalanmasına karşı bir nevi “ölmeyi hak ettiler” çıkışları, başta İsrail’i savaş gemileriyle “güvenlik kuşatması” altına alıp âdeta “katliamı çabuk bitir” diye işgale ve zulme destek çıkan ABD olmak üzere “ikinci Avrupa” anlamındaki Batı’nın menhus ikiyüzlülüğünü, çirkin çehresini bir defa daha deşifre ediyor.
(Hamas’ın İsrail’in vahşet, zulmüne bir nevi bahane vereceğini hesâba katmadan son katliama “gerekçe” gösterilen “rehine operasyonu”nu neden yaptığına dair soru işâretleri ise hâlâ duruyor.)
“TEK KİŞİLİK REJİM”İN “İSRAİL PERSPEKTİFİ”
İsrail’in Filistin halkına ve Mescid-i Aksa’ya barbarca saldırılarını “yasallaştıran”, ceberut, vahşi işgal ve istilâsına, amansız abluka ve ambargolarına karşı hep lafta kalan “rest”lerle yetinen Ankara’dakilerin her defasında hamasî söylemlerle geçiştirip İsrail’le yapılan ekonomik-ticarî mutabakatlara, İskenderun’dan Hayfa’ya “gemicikler”le petrol taşımacılığına kıyak ihalelere, askerî anlaşmalara dair işbirliklerinin bir tekini iptale ve hatta askıya almaya yanaşmaması ise İsrail’ı kınama “samimiyet(sizliğ)ini” su yüzüne çıkarıyor.
Uluslararası ve yerli insanî yardım kuruluşlarının, “Gazze’ye gidecek yardım gemilerinin askeri gemilerin korumasında olması” teklifini iktidarın duymazdan gelmesi de, “hiçbir şey yapmamak suça ortak olmaktır” gerçeğini ele veriyor.
Ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın “Ateşkes çağrısı bile yapmayan ülkeler var, bu ayıp onlara yeter!” eleştirisi, hiçbir caydırıcılığı olmayan “kuru kınamalar”la kalan “tek kişilik hükûmet”in hiçbir caydırıcı ciddi irâde ortaya koyamaması ayıbını örtemiyor.