I. Meşrûtiyet’in ilânıyla 23 Aralık 1876’teki Kanun-u Esâsi’de “Yasama kuvveti, Meclis-i Umumîdir” denilir, “kanun teklif hakkı” Meclis-i Mebusan’a verilir. 23 Temmuz 1908’de ilân edilen II. Meşrûtiyet döneminde 8 Ağustos 1909 tarihli Kânun-u Esâsi’nin tâdilinde de yetkileri sınırlandırılmış padişahın Meclis’in hâkimiyeti içinde hareket etmesi belirlenir.
Osmanlı’dan tevârüs eden 20 Ocak 1921 tarihli 23 maddeden müteşekkil Teşkilât-ı Esâsiye Kanununda da, “yasama ve yürütme kuvveti Meclis’tedir; ancak Meclis, içinden seçtiği mebuslara yürütme yetkisini devredebilir” hükmüyle Meclis içinden çıkan “Meclis hükûmet sistemi” esas alınır.
Ve 29 Ekim 1923’te bu anayasanın altı maddesinin “tavzîhan tâdiliyle” Cumhuriyet ilân edilir. Nisan 1924’teki 105 maddelik Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nda, “Hâkimiyet bilâ kayd-ü şart (kayıtsız ve şartsız) milletindir” ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakîkî mümessili olup millet nâmına hakk-ı hâkimiyeti (egemenlik hakkını) istimâl eder (kullanır)” hükmüyle Meclisin hâkimiyeti ve yegâne yasama mercii olduğu teyid edilir.
Keza “Teşrî salâhiyeti (yasama/kanun koyma) ve icrâ kuvveti Büyük Millet Meclisi’nde temerküz eder” ve “Meclis, teşrî salâhiyetini bizzat istimal eder (kullanır.) Meclis’in teşrî salâhiyetini ve kendi tarafından müntehâb (seçtiği) reis-i cumhur ile icrâ vekilleri heyeti”ni (bakanlar kurulunu) her vakit murâkabe (denetler) ve ıskat eder (azleder, düşürür)” ifâdesiyle yasama yetkisinin sadece Meclis’te olduğu tasrih edilerek hükûmet üzerindeki hâkimiyeti vurgulanır.
Yine “kanun teklif etme hakkı”nın Meclis’in olduğu belirtilirken, “suâl ve istizâh (açıklama isteme), Meclis tahkikatı, Meclis’in cümle-i salâhiyetinden olduğu” kaydedilerek Meclis’in hükümeti denetleme yetkisi ifâde edilir.
Ve “ahkâm-ı şer’iyye’nin (kanun hükümlerinin) tenfizi (yürütülmesi), kavâninin vaz’ı (kanunların çıkarılması), tâdili (değiştirilmesi), tefsiri (yorumlanması), fesih ve ilgasını (yürürlükten kaldırılmasını) bizzat Meclis ifâ eder” ibâresiyle, Meclis’in yasama işlevi tek tek sayılır. “Muvazene-i umumiye-i mâliye ve devletin umum hesâb-ı kat’i kanunlarının tasdik ve feshi” ifâdesiyle “bütçe yetkisi” belirtilir.
Aynı yetkiler, 27 Mayıs ihtilâlinden sonra 9 Temmuz 1961 Anayasası’nda da önemli ölçüde korunur. “Yasama yetkisi TBMM’nindir, bu yetki devredilemez” kaydı konulur. “Meclis’in görev ve yetkileri”nin başında, “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; devletin bütçe ve kesin hesap kanun ve tasarılarını görüşmek ve kabul etmek…” işlevi sıralanırken; 12 Eylül “darbe anayasası”nda dahi, “Yasama yetkisinin millet adına Meclis’te olduğu ve asla devredilemeyeceği” tasrihiyle Bakanlar Kurulu’na sadece belli konularda kararnâme yetkisi verilir.
Ne var ki, “yeni sistem”de cumhurbaşkanına tek başına milletin reyiyle seçilmiş Meclis’i feshetme ve kanun hükmünde kararnâme çıkarma yetkisi verilmesiyle, Meclis’in güvenoyu, gensoru, milletvekillerinin bakanlara sözlü soru ve bütçe hakkının kaldırılmasıyla denetim yetkisi fiilen ortadan kaldırılıyor. Osmanlı’daki ilk yazılı anayasadan günümüze, Türkiye’nin 140 yıllık demokrasi deneyimi ve birikimi yok ediliyor.
Özetle, Osmanlıdan günümüze bütün anayasalarda, millet hâkimiyetinin Meclis’te tecelli ettiği, “yasama/kanun yapma yetkisi”nin sadece Meclis’te olduğu, “Meclis’in hükûmeti her vakit denetleyip düşürebileceği” hükmü yer alırken, ilk kez kabinenin teşkili Meclis dışında cumhurbaşkanının şahsına veriliyor. “Yeni sistem” paravanında demokratik haklar kaybediliyor.
İKTİBAS
“Meclis denetimi olmaması…”
“Türkiye tarihinde ilk defa ‘Cumhurbaşkanı yönetim sistemi’nde ‘bakanlar’ diyoruz, ama parlamenter sistemdeki gibi ‘bakanlar kurulu’ diye bir kurul yok, bakanlar da öyle bir kurulda ‘üye’ olma statüsüne sahip değiller.
Yüksek bürokrat atamaları için parlamenter sistemde ‘üçlü kararname’ denilen, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı imzası gerekirdi. Şimdi Cumhurbaşkanı 500’den fazla yüksek bürokratı sadece kendi imzasıyla atayacaktır.
Atamalarda Meclis denetimi olmaması Cumhurbaşkanını Amerikan başkanından daha güçlü hale getiriyor. (…) Amerika’da ise ne parti disiplini, ne genel başkanlık vardır; senatör ve temsilciler önseçimle belirlenir, başkanın hiç rolü olmaz, ‘direktif’ vermesi de söz konusu değildir. Bizde Cumhurbaşkanı böyle yasama konusunda çok güçlü olduğu gibi HSK atamalarıyla yargı yönetiminde de güçlüdür.
Taha Akyol (Hürriyet, 10.7.18)