Millet nezdinde hızla eriyen iktidar partisinden kaçışı önlemek, ekonomiden dış politikaya her alanda iflasla dibe vuran çöküşü gizleyip gerçek gündemi saptırmak uğruna “iktidar cephesi”nin vahim provokatif tahrikleri devam ediyor.
“Kimlik siyaseti”yle ortaya atılan onca takrikkâr isnadların kâr etmemesi üzerine tehdit ve şantajlı organize provokasyonlarla gündem zehirleniyor. Kamplaştırıp kutuplaştıran, düşmanlaştıran tahriklerle fitne ateşi alevlendiriliyor.
En son Cumhurbaşkanı’nın Çubuk’ta askerin cenâze namazına katılan ana muhalefet liderine linç girişimi görüntülerini partisinin grubunda izlettirmesinden de bir şey çıkmaması üzerine, bu kez şehitler üzerinden planlı bir provokasyona tevessül ediliyor.
İktidarda kalmak uğruna politik polemiklerle, insafsızca siyasi yanıltmalara, hîlelere, tehditlere başvuruluyor; vatandaşlar arasında “kin ve nefret tohumları” ekiliyor.
TERÖR ÖRGÜTÜ İLE KİM PAZARLIĞA OTURDU?
Tahrik ve yanıltmaların başında, “millet ittifakı”nı ve “demokrasi cephesi”ni, sırf parlamenter demokratik sistemde işbirliği yaptığı için, altı buçuk oy almış Türkiye’nin üçüncü partisi HDP üzerinden karalama kampanyası yürütülmesi geliyor..
Yine “tek kişilik otoriter yönetim”e karşı yanında yer aldığı topyekûn muhalefete “teröre destek” iftiraları savruluyor.
Sanki 2011’de başlayan “çözüm süreci”nde devlet ve istihbarat görevlileri üzerinden terörist başı ile pazarlığa oturan, terör örgütü elebaşlarıyla pazarlık yapan kendileri değilmiş gibi.
Sanki “terör örgütü uzantısı” dedikleri bu partiyle AKP hükûmetinin Başbakan Yardımcısı ve parti temsilcileri 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de “müzâkere”ye oturup “pazarlıklar” yapmadı.
Sanki AKP hükûmetince İmralı’daki terörist başının mesajı için, Kuzey Irak ve Avrupa’daki terör örgütü elebaşları arasında “resmi ulaklar”la “mektupçuluk” yapmadılar. Nisan 2010’da MİT Müsteşarının dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “özel temsilcisi” olarak katıldığı, “üçüncü ülke” olarak İngiltere temsilcisinin gözetiminde yapılan Oslo’daki MİT-PKK görüşmesinde PKK’lı muhataplarına “Kentlerde bomba depoladığınıza göz yumuyoruz” sözlerini sarf etmediler.
Sanki AKP iktidarında, terörist başının mektubu meydanda milyonlara okutulmadı, milletvekillerinin ikrarlarıyla, terör örgütünün “şehir savaşları’na hazırlık” için on yedi ilçe ve iki ile 80 bin uzun namlulu silâh yığınağı yapılmasına, 200 bin ton patlayıcının depolanmasına “müsaade” edilerek on yedi ilçe ve iki ilin “cephaneliğe” çevrilmesiyle 265 gün süren çatışmalarda 355 asker ve polis, 285 sivil şehit edilmesine sebebiyet verilmedi.
Sanki Cumhurbaşkanı’nın ifşaatıyla, “güvenlik güçlerinin yüzlerce operasyon talebine izin verilmeyip” terör örgütünün yol kesip kimlik sormasına, haraç toplamasına, şantiyeleri ateşe vermesine seyirci kalınmadı.
Sanki “tek kişilik AKP yönetimi”nde HDP’nin seçilmiş belediye başkanlarının hemen hemen bütününü hiçbir yargı kararı olmadan görevden alıp yerlerine yandaş isimler atanırken, başta partinin eş başkanı olmak üzere milletvekilleri Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen yıllardır hapiste tutulurken, seçim kazanma hesâbına terör örgütü liderinin mesajı devletin ajansında ve televizyonlarda yayınlanmadı.
ASIL ŞEHİDE SAYGISIZLIK SKANDALLARI…
Aslında İyi Parti Genel Başkanı’nın konuştuğu alana giderek “protesto” eden şahsın, daha önce yine sövgülerde bulunduğu için davalık olması tahrikin maksadını her haliyle gösteriyor.
Partisince açıkça kınandığı halde, Cumhurbaşkanı’nın toptan suçlayan tahkirlerle mal bulmuş mağribi gibi olaya sarılıp sonuna kadar kullanması, “yandaş medya”nın kara propagandası bundan.
Bu açıdan, son hâdise karşısında Akşener’in “Ellerinde şehitlerimizin kanı olan teröristleri devletin televizyonuna çıkaranlar, Meclis’te şehit yakınları konuşurken yayını kesenler, Habur rezaletinde ayaklarına götürülen çadır mahkemelerde ‘aklanan’ teröristler rahatsız olmasın diye bayrak indirenler bize şehitlerimiz üzerinden ahkâm kesemez, bize verecek tek satır dersleri olamaz” tepkisi anlamlı.
Gerçekten, şehit mektubunu kürsüde okuyup ağladıktan bir sene sonra sırf o şehidin babası kendisini eleştirdiği için hapse attıranların “şehide saygı samimiyeti” ne derece sahici?
Şehitleri siyasi söylem ve provokasyonlarında malzeme olarak istimal edenlerin “şehide ve şehit yakınlarına saygısızlık” skandalları soruşturulduğunda kim zararlı çıkar acaba?