Pek şaşaalı bir davet düğün vardı. Her sene tekrarlanan fakat gafletimdem dolayı katılmakdan yüz çevirdiğim bir düğün...
Bu defa katılmak istedim. Elin boş gitmek de olmuyor derken bu seferki ısrarcı davetin içinde buldum kendimi.
Programın ihtişamı uzaklardan bile anlaşılıyor. Aslında buna ilgisiz kalmak pek mümkün görünmüyordu. Neredeyse her milletten katılanlar vardı bu büyük buluşmaya. Kıyafetler renk renk ve desen desen, ziynetler pek göz alıcı ve çok güzel...Hiç bir ailenin kıyafeti diğerinin aynsısı değil. Hepsi özel, hepsi güzel...Oysa kıyafet işte dersin, burda, işte kıyafet! Tasarımları uyumları nazarları üzerinde topluyor, sanat ve ilmi konuşturuyordu. Kendime bakıyorum acaba benden ne okunuyordu?
Hayranlıkla bir müddet geçti, herkes kendine ayrılan yere yerleşti. İnanın her misafire ayrı yer ayrılmış isimler yazılmış karışıklık yok. Heyecanla beklerken hava i fişek gösterileri başladı. Düğünün can alıcı noktasında nutkum tutuldu zira her parıltıda şehir aydınlanıyor, gösteri göz kamaştırıyordu. İhtişam ve iktidarın ilanında anlaşılan, gelin ve damat buluşuyordu. Düğün sahibine şükranlar sunuluyor herkes layıkınca tebrikte bulunuyordu. Onların yanında elim boş hissettim kendimi. “Sübhanallah, Allahüekber,” diyerek âcizâne sundum hediyelerimi. Açıkçası bu küçük ubudiyetimi nasıl takdim edebilirdim. Nasıl ifade etsem; bir baharın haşir meydanında Arz ve Semavatın izdivacına gittiğimi...