Bir şarkı gibi duruyorlar.
Bir türkü...
Bir şiir...
Nasıl da gülüyorlar öyle!
Atmışlar kış yorgunluğunu üstlerinden:
"Ölmüştük, kurumuştuk; dirildik!" diyorlar.
Sen de at artık;
Şu "ölüm" dendi mi göz yummalarını.
Otur; konuş, geldi-gelecek ölümle.
Açıla açıla gidiyoruz gül yaprakları gibi.
Sade, sakin, mütevekkil, mütebessim…
Çatlımçanak denilen gelincikler gibi…
Aşkını bana da fısıldadı şu kumru.
Benim gibi yap dedi.
İçinde büyüttüğü baharları;
Bir çiçek gibi.
Zaten bir ümidimiz var.
Güneş gibi her sabah…
Gecede ay gibi…
Bana ne şarkısı bitmiş gönüllerden…
Ben uzun bestelerden geliyorum.
Adı “yaşamak” denilen…
Savaşların hapsine karar verdim.
Cehenneme atılsın hattâ.
Kır çiçeklerini ezmemenin bir yolu bulunsa.
Dalına yaprağına dokunulmasa ağaçların.
Tek bir çocuk ağlamasa.
Yine ne diyor bu adam diye…
Yandan yandan baktığınız âşikâr…
Tamam da sizin bu gürültülerinizde ne var?
Kan ve gözyaşı içinde bir dünya…
İflas etmiş ve şu yasak bu da yasak günler.
Pasaklarınız örtülsün diye…
Lütfen daha fazla çekilin şu yolların önünden.
Bıktım ben; başkalarını bilmem.
“Dışı süs; içi pis…” hediyelerinizden…
Şu baharı bir daha dinle.
Dirilişi/ni gör/meden geçme.
Koşa koşa…
Boşa gelmedi bu bahar.
Sen de duy; kelebeğin heycanını.
Canı çekilmiş gibi zamanlara inat…
Bir murat peşinde şu güvercin.
Bana da bir diriliş şarkısı fısılda; ilhamım.
Bir mezarlığa git.
Git de servilere bak.
Elif, Elif… diyen çığlıklarını duy.
Duy da bir şeyler öğren şu ağaçlardan.
Şehrin ortasında…
Şehirden uzak “Ölüler Şehri…”
Kuşları dinle.
Sessizliği…
Çiçeklenmiş mevsime göz kırp.
Hayata ve ölüme bir isim de sen ver.
Verebiliyorsan her nefes.