"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemil Meriç: Dini ve metodu Bediüzzaman'dan öğren

26 Ekim 2018, Cuma 00:18
Meriç: İki şey söyleyeyim sana. 1. Dini Bediüzzaman’dan öğren. Çünkü bizim en büyük tahribatımız din üzerine olmuştur. 2. Her misyonun, her davanın bir metodu vardır. O metodu iyi öğren. Bediüzzaman gibi başarılı olmanın yolu onun metodunu tatbik etmektir.

NUREDDİN TOKDEMİR’İN HİZMET HATIRALARI (3)

Bir sene, bir ağabey (Allah rahmet eylesin) 75 yıllarında dedi ki; “Bir hemşerim var (Cemil Meriç), ya Allah aşkına onu bir ziyaret edelim. Gerçek bir entelektüel gör.” Ben de dedim, “İnşallah ben de gerçek bir entelektüel görürüm.” Bunun üzerine Cemil Meriç’in yanına gittik. Cemil Meriç Bey 71 yıl yaşadı, 38 yaşına kadar gözleri görüyordu, ömrünün 33 senesini âmâ olarak geçirdi. Gittiğimde onu ne okurken (dinlerken) buldum biliyor musunuz? 26. Söz'ü. Kader Risalesi’ni Muhsin Demirel ona okuyordu, o da hayretler içerisinde dinliyordu. Yaklaştım ve kendisine dedim ki; “Hocam ben de Reyhanlı’yım, siz de, bana ne tavsiye edersiniz?“ “Evlâdım” dedi, “iki şey söyleyeyim sana: 1. Dini Bediüzzaman’dan öğren. Çünkü bizim en büyük tahribatımız din üzerine olmuştur. 2. Her misyonun, her dâvânın bir metodu vardır. O metodu iyi öğren. Bediüzzaman gibi başarılı olmanın yolu onun metodunu tatbik etmektir. Benim tanıdığım tek mücahit Bediüzzaman’dır. Çoğu hafif bir korkuda hemen kaçıp gidiyor Tanzimat'tan bu yana. O yüzden keşke Bediüzzaman’ı daha erken tanısaydım belki o zaman bu gözlerimi de kaybetmezdim.” Allah rahmet eylesin. Bu gerçek, dürüst entelektüel 12 cilt eser bıraktı. Fakat orada durmadı. Bence hayatının en büyük hizmetlerinden birini daha yaptı. Kimi çağırdı biliyor musunuz? Şerif Mardin’i çağırdı. Mardin’e dedi ki; “Sana ciddî bir konu emanet ediyorum. Bediüzzaman’ı alacaksın ve sosyolojik yönden çok iyi tahlil edeceksin.”

Şerif Mardin'in “Bediüzzaman Olayı" kitabı

Hakikaten muhterem Şerif Mardin, uzun bir zaman dershaneleri gezerek, görüşerek, konuşarak ciddî manada bir mahsulat elde etti.

Ve 1989’da “Bediüzzaman Olayı” diye ilk defa Amerika’da kitabını yazdı, orada tanıttı. Sonra da Türkçe’ye tercüme edildi. Burada dikkat çeken bir cümlesi var. Diyor ki;  “Bediüzzaman, yaptığımız araştırmalar sonucunda çapını ihata edemediğimiz bir dâhidir.” Dolayısıyla bu söz üzerine 92’de TÜBA'ya aday gösteriliyor. Fakat başkan diyor ki “Seni alamayız.” Siyaset bilimi ve sosyoloji üzerine dünya çapında bir adam! “Neden alamazsın?” “Said Nursî olayını incelediğin için değil, biraz onu köpürttüğün için seni oraya alamayız.” Adam bu ilmî ve ciddî tesbiti köpürtmek olarak tanımlıyor. Ve sonuçta Şerif Mardin bir ilim adamı olarak hayattan ayrılırken, yine bu meseleler üzerine durarak meseleyi bitirmiştir.

Allah selâmet versin, Japon devletinin Türkiye’deki birinci müsteşarı Yamanaka benim dostumdur. TBMM'de iken Türkiye-Japonca dostluk grubu başkanı olarak Yeni Asya’ya Japonya yılı dolayısıyla teşrif ettiler. Ben onun Risale-i Nur’u bildiğini hiç bilmeyerek, “Acaba şimdi bu insana ne anlatacağız” diye düşünürken özel odada bana dedi ki: “Ben Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı Şerif Mardin’den öğrendim.”

Şerif Mardin’in 1992’de 2. Uluslar arası Bediüzzaman Sempozyumu’nda verdiği tebliğde kullandığı şu cümle gözlerimizi fal taşı gibi açmalıdır: “Kendisini bir biyografi konusu olarak seçmiş olmam İslâmî düşüncesinin geniş boyutları için olduğu kadar, bu dünya problemlerini başkalarından önce anlamış olmasıdır.” Yani demek istiyor ki “Said Nursî emsalsiz bir vizyon sahibi.”

Siyasîlere Bediüzzaman'ı anlatmak 

Geçen gün bir siyasîyle görüşmeye gittik. Adam bana diyor ki; “Bediüzzaman cumhuriyeti kabul ediyor mu?” Çok da yetkili biri, öyle az uz bir şey değil. Sonra “acaba laikliği kabul ediyor mu?” Biz de dedik ki, “Anlaşılan bizim de, sizin de çok irşada ihtiyacımız var.” Bir kardeşimizle aramızda konuştuk ve dedik ki en iyisi şöyle yapalım. Risale-i Nur’da “Bediüzzaman ve cumhuriyet, Bediüzzaman ve Hürriyet, Bediüzzaman ve Laiklik, Bediüzzaman ve Milliyetçilik” konularını araştırıp gidip orada parça parça okuyalım. Zübeyir Ağabey özellikle İslâmiyet’i ilgilendiren siyasî bir mesele olduğu zaman heyeti toplar ve ilgili kimseleri Ankara’ya gönderirdi.Gönderdiği yazıları “Önce siz okuyun, sonra onlara verin” diyordu. Çünkü siyasîler tembel olur, bunu açıp okumazlar diyordu. Bunun üzerine bu meseleleri bizzat okuyarak anlatmaya çalıştık.

İlk iş ezan-ı Muhammedî

27 Mayıs büyük bir musîbettir, ülke için maddî, manevî büyük bir musîbettir. Adnan Menderes ve arkadaşları on sekiz sene yani 1932'den itibaren 16 Haziran 1950'ye kadar, Türkiye'nin minarelerinde Ezan-ı Muhammedî “tanrı uludur” diye okunurken; 16 Haziran 1950'de Meclis açılıyor, ilk toplantısında ilk alınan karar; Ezan-ı Muhammedî'nin aslına çevrilişinin kabulüdür! İşleyişte, bir komisyona girmiş olan herhangi bir kanun tasarısı eğer 48 saati doldurmamışsa, o ruzname, gündeme alınmaz ve görüşülmezdi. Halbuki Menderes ayağa kalktı ve kürsüye gitti; bu kanun tasarısının Meclis’te görüşülmesini talep etti ve 48 saat dolmadan Meclis’e kabul ettirerek o gün Ezan-ı Muhammedî kabul edildi. Arkadaşlar, burada bir yanlışa dikkat çekmek isterim; ‘Celal Bayar o gün tasarıya imza atmamış’ gibisinden spikülasyonlar var, bunların hiçbiri doğru değildir. Aynı günün akşamında, yani 16 Haziran'da kabul edilip, Resmî Gazete’de yayınlanarak Türkiye'nin gündemine girmiştir. O gün bugündür bu devam ediyor, inşaallah kıyamete kadar da devam edecektir. Menderes’in şu cümleleri de çok kıymettardır; idam sehpasına giderken; "Size dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum, onlara da dargın değilim, kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki ‘Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir!’”

Ahrarlar

Ben Bediüzzaman’da böyle bir hassa görüyorum. Bir tarihçi olarak ifade ediyorum, İttihad ve Terakki doğduğunda görüşmeler oldu. İçinde dostlar var, Enver Paşa gibi çok değerli insanlar var. Fakat bir müddet sonra bakıyorsunuz ki 14 Temmuz 1908'de Prens Sabahattin’in manevî önderliğinde Ahrar Fırkası kuruluyor. Yani hürriyetçiler orada bir parti kuruyorlar.

Bediüzzaman İttihad ve Terakki’yi bir tarafa bırakıp Ahrarlarla beraber oluyor ve Şerif Mardin'in ifadesiyle İttihad-ı Muhammediye'nin birçok değerli zevatını da bu ahrarlara nokta-i istinad olmaya dâvet ediyor. Bugün de değerli arkadaşlarımız, yine Ahrarların nokta-i istinadı olarak samimî bir şekilde, ihlâslı bir şekilde yerlerini muhafaza etmektedirler. Çünkü bu dâvâ herhangi bir menfaate alet olmuş bir dâvâ değildir.

Demokratlar dirilecektir

Burada özellikle altını çizmek istediğim bir husus var. 1965’te de, 1969’da da tek başına iktidar Adalet Partisi. Ama bu dönemde içine bir fitne atıldı ve kaynamaya başladı. O zaman Zübeyir Ağabey Bekir Berk’i çağırdı. “Git” dedi “bu meselenin üzerinde dur!” Bekir Beyin hemen hemen 30 milletvekilini ikna ettiği söylenir. Çünkü nokta-i istinad!

O tarihte Bilal Sözgelir, bir zamanlar Hatay Valisi’ydi. Ben de Millî Eğitim Müdürü’ydüm. Anlattığı bir hadise var, Demokratların önü kesilecek diye. O gün bugündür öyle, ama Üstad’ın dediği gibi 35 sene sonra nasıl dirilip uyandıysa tekrar dirilecektir. Bu zaman-zemin meselesidir.

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 8182
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı