Bediüzzaman Ermenilerin köyde kalıp da kaçamayan kadın ve masum çocuklarını bir yere toplayarak, “şer’an bunlara dokunmak caiz değildir!” diye halkı onlara dokunmaktan, zarar vermekten men etti. ERMENİLER DE ““madem Said bizim çocuklarımıza dokunmadı. Biz de ARTIK çoluk çocuğa dokunmayacağı” DİYE HABER GÖNDERDİLER.
AKİF YURTBAY
Akif Efendi ile üç gün randevulaşmamıza rağmen görüşemedik. Dördüncü gün kendisini Van’ın Yeni Camii’nden öğle namazını kılıp çıkarken gördüm. Çok yaşlı olmasına rağmen rahatlıkla gelip gittiğini söyledi. Niyetimi ve kendisini arama sebebini etraflıca izah ettim. O güne kadar bir defa olsun görüşmediğimiz bu insan hiç tereddüde kapılmadan beni alıp evine götürdü. Akif Efendi benim ağzımdan Ermeniler kelimesini duyar duymaz coşmaya başlamıştı. Daha evinin yolunda iken her şeyi bir anda anlatmak istiyordu. Evde bir yorgunluk kahvesinden sonra Akif Amcayı dinlemeye başladık.
Soru: Efendim seferberlik yıllarını hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız o zaman nerede oturuyordunuz ve kaç yaşındaydınız?
Cevap: Biz o zaman Van’ın içinde oturuyorduk. Ben on iki yaşındaydım. O günleri çok iyi hatırlıyorum. Zaten insan o zaman beş yaşında bile olsa o felâketleri mutlaka hatırlar.
Soru: Efendim Ermenilerle Müslümanlar arasında meydana gelen ve Ermenilerin buraları terk etmesine sebep olan olayları ve o günlere ait bütün bildiklerinizi bize lütfen anlatır mısınız? Çünkü tarih kitaplarının yazdığı birçok şeyi siz gördünüz veya yaşadınız.
Cevap: Şimdi kardeşim bu hikâye çok uzundur. Ben size özetle bildiklerimi nakledeyim. Biz Van’da Ermenilerle beraber yaşıyorduk. Önceleri aramızda herhangi bir münaferet (düşmanlık) yoktu. Daha sonra Van’da komiteler peyda olmaya başladı. Hergün Van’a Vanlı olmayan birçok Ermeni geliyordu. Bu yabancı Ermeniler bizim yerli Ermenileri de devamlı isyan için kışkırtıyorlardı. Bu yabancılar hep Rusya’dan gelirdi. Van’daki komiteleri Aram Paşa diye bir gâvur idare ediyordu. Tam bu sıralarda Van’daki askerlerimizi de Erzurum Cephesine gönderdiler. Öyle bir an geldi ki Müslümanlar tek başına gezemez oldular. Hatta Gevaş ilçesinin kaymakamı Ermenilerin yolları kesmesi üzerine Gevaş’a gidemedi. Benim amcam ağaydı. Adamlarıyla birlikte kaymakamı götürüp Gevaş’a bırakıp döndüler. Van’da biraz Jandarmadan başka asker namına kimse yoktu. Sonraları dört yüz kişilik bir süvari Çerkez çetesi Van’ın imdadına geldi. Bu Çerkezlerin kırk tanesini Hamitağa Kışlası’nın önünde öldürdüler. Silâh teçhizatı bakımından onlar çok üstündü, zira onlara silâhı, cephaneyi Urus’lar veriyordu. Van Valisi Cevdet Paşa, Van’ı boşaltıp hicret etmemizi emredince biz de Van’ı terk etmeye başladık. Amcamın oğlu yaralı olduğu için bizimle gelemedi. Haliyle anası da oğlunu bırakıp gelemedi. Bizden sonra ikisini de koyun keser gibi kesmişlerdi. Önce oğlunu anasının gözü önünde kesmişler, sonra anasını öldürmüşlerdi. Biz Engil Köprüsü’ne vardığımızda bir Ermeni çetesi önümüzü kesti. Birçok Müslümanı öldürerek Engil Çayı’na attılar. Biz önce Bitlis’e sonra Diyarbakır’a, oradan da Mardin’e gittik. Göçebelerin durumu bile bizden çok çok iyidir, perperişandık. Muhaceretten dört yıl sonra Van’ın geri alındığını öğrenince tekrar Van’a geldik. Geldiğimizde Müslümanların evleri hepsi yakılıp kül edilmişti. Yalnız Ermenilerin evleri ayakta idi.”
Soru: Efendim, Ermeniler Savaştan evvel Müslümanların kendilerine hakaret ettiklerini, mallarına zara verdiklerini ve bu yüzden isyan ettiklerini söylüyorlar, ne dersiniz?
Cevap: Kardeşim, vallahi yalan atıyorlar, Billâhi yalan atıyorlar. Öyle diyenleri benim yanıma getirsinler. Hiç yerinde rahat rahat oturan adama dokunulur mu? Tabiî onlar başkaldırınca bizimkiler de ister istemez onların hakkından geldiler. Oğlum, onların bize yaptıklarını, biz onlara yapsaydık, kıyamet kopardı. Havasor’da, Timar’da, Van’da öldürdükleri insanlar insan değil miydi? Mollakasım Köyü’nde bir günde dört yüz kişiyi öldürmüşler. Zeve’de katlettikleri insanların sayısı bile belli değil. Kadınlarımıza yaptıkları ağza alınır cinsten değil. Bizim mahalleli bir Mecit vardı. Yeni cezaevinden çıkmıştı. Onun hamile olan karısının karnını yarıp bebeğini çıkarmışlardı. Ben bizzat cenazesini gördüm. O gâvurlar onlara yardım etmeyen Ermenileri de öldürüyorlardı. Zaten kardeşim, biz isteseydik de Ermenilere hakaret edemezdik. Ben gözümü açtım açmadım bizim babayiğitlerimiz hep cephelerdeydi. Bizim başımız diğer devletlerle belâda iken onlara nasıl hakaret ederdik. Bizim ihtiyat kuvvetleri dediğimiz Milis Teşkilâtı da Ermenilerin azgınlığından sonra kuruldu. Müderris Emin Efendi, Kolağası Ahmet Efendi, Müderris Molla Said, Milis Teşkilâtını idare ediyorlardı. (özetle)..” (Görenlerin Gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi, Doç. Dr. Hüseyin Çelik., s.99 -102. Cedit Neş. 3. baskı)
Muhterem okuyucu, ülkemizin –özellikle- doğusunda yaşanan Ermeni Mezalimiyle ilgili konuyu burada bu şekliyle hitama erdiriyorum. Aslında konumuzla direkt/doğrudan ilişkisi olmamasına rağmen Üstad’ın hangi şartlarda vatan müdafaasına karar/katkı verdiğini anlayabilmek için, o günleri yaşayan ve hâlâ yaşamakta olan şahitlerinden birkaç pasaj/anı aktarmaya çalıştım. O günleri yaşayan ve anlatan, aslında o kadar çok kişi var ki, bunları gereken yerlerde ve kitaplarda sayfalar, ciltler dolusu anlatılageldiği şekliyle bulmak mümkündür.
BİTLİS MUHAREBELERİ
“Bitlis’te esir düştüm.” (Şuâlar, s.496)
“Bir kısım talebeleriyle Bitlis’te bakiye kalan bir kısım biçareler için kendilerini feda etmek fikriyle kaçmazlar.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s.99)
Bitlis ve civarı savunması
Birinci Cihan Harbi’nde Van’ın Ermeni ve Ruslar tarafından işgalinde talebe ve askerleriyle birlikte harpte gösterdiği kahramanlıklarından sonra, Rus ve Ermeni kuvvetlerinin Bitlis‘e girmeleri karşısında, buna kayıtsız kalamayan Bediüzzaman Hazretleri yine talebeleriyle birlikte Bitlis ve çevresine çekilerek bu defa Bitlis’i savunmaya başlamışlardır. Evvela Isparit Nahiyesi’nin (şimdiki Hizan İlçesine bağlı) Ermeni çetelerinin taarruzuna uğradığını duydu. Bunun üzerine kendi nahiyesi ve doğduğu yer olan Nurs Köyü’ne giderek gönüllüleriyle Ermeni fedailerini oradan kovdu. Fakat bütün bu olup bitenlere rağmen o, Ermenilerin köyde kalıp da kaçamayan kadın ve masum çocuklarını bir yere toplayarak; “şer’an bunlara dokunmak caiz değildir!” diye halkı onlara dokunmaktan, zarar vermelerinden men etti. Ve mezkûr kadın ve çocukları bir yere toplayarak Ermeni fedailerine teslim etmek üzere onları köyden gönderdi. Ermeni fedaileri de Bediüzzamanın bu hareketinden memnun kalarak; “madem Said bizim çocuklarımıza dokunmadı. Biz de bundan sonra çoluk çocuğa dokunmayacağız” diye Üstada haber gönderirler. (Mufassal Tarihçe-i Hayat, c.1. s. 307)
Burada yeri gelmişken benim bizzat Nurs Köyü’ne giderek dinlediğim bazı tesbitleri de aktarmak istiyorum. Bir grup üniversite öğrencisiyle ziyaret maksadıyla 2004 yılının Haziran ayında Nurs Köyüne gitmiştik. Köyde, köyün ileri gelenlerinden Hacı Hüseyin Dalar’ın babasının vefatı münasebetiyle onun evinde bulunuyorduk. Bize nenesinden naklen anlattığı bir hatıra aynen şöyleydi: “Üstad Birinci Cihan Harbinde -dağları göstererek- (bu dağlar Nurs Köyünün doğusuna düşmektedir. İsmi Rımrım Dağları’dır.) Üstad buralarda çarpışırken köye de silâh sesleri gelmekteymiş. Bu silâh seslerini duyan annesi üzülüyor, babası ise sevinçle benim oğlumun silâh sesleridir” diyerek hissiyatlarını belirtiyorlarmış.”
Bir diğer araştırmamda Nurs Köyünde Üstad’ın amcalarına dayanan yaşlı kimselerden şu hakikatları öğreniyordum: Üstadın amcasının oğullarının birçoğu da Birinci Dünya Savaşı’nda, ya harbe bizzat iştirak ederek şehit düşmüşler veyahut da Ruslar tarafından birçoğu kaçırılmış esir alınmıştır.
Ayrıca bu muharebeler esnasında Bediüzzaman Hazretleri’nin Ermenilerin çoluk çocuğuna harb anında karışmadığı ve onları koruduğuna dair bahisler Büyük Tarihçe-i Hayat adlı eserinde de bulunmaktadır. Orada bu olaylar şu şekilde anlatılmakta ve değerlendirilmektedir:
“O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere, “Bunlara ilişmeyiniz!” diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedai komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp; “Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz” diye ahdettiler. Molla Said, bu sûretle o havalideki binlerle masumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu. (Tarihçe-i Hayat)
Bediüzzaman Hazretleri’nin Bitlis ve civarı savunmaları sırasında harp esnasında elde ettiği üstün başarı ve güzel ve harika meziyetleri ile alâkalı olarak bir Fransız yazarın anlattıkları konuya ışık tutması açısından oldukça mühim ve manidardır. Bir kısmı şöyledir: “Mehmed oğlu Yusuf ve Abdurrahman yeminle anlatıyorlar: Biz Hizan kazasının Isparit Nahiyesinin yaz otlaklarının bulunduğu Nurs Vaningant ve Mezra-ı ant ahalisindeniz. Çatak kazasının Ruslar tarafından işgalinden sonra bizimkine komşu Lıvar, Yukarı Kutis, Aşağı Kutis, Çaçuan, Sikoar, Yukarı Ader Köyleri Ermenileri Rusya’dan Anadolu’ya sızmış olan Lato diğer ismiyle Mihran ve Kazrdillo’nun kumandasında Yukarı Kutis Köyüne geliyorlar. Orada nahiyenin eşrafına üç teklifte bulunuyorlar. Eşraf arasında Bediüzzaman namıyla meşhur olan Molla Said de vardı. Teklifleri şunlar idi:
1- Düşmana teslim olmak.
2- Nahiyeyi boşaltmak.
3- Harp etmek!
Böylesi mücbir bir durum karşısında bulunulmuştu.
Teklifleri reddedilmiş olacak ki, düşman gelişinden dokuz saat sonra 600 kişi ile bizim köye hücum etti. Düşman askerleri şapkalı ve üniformalı idi. Aralarında Rus askeri bulunup bulunmadığını tesbit edemedik. Düşman askeri içinde sefil görünüşlü olanların sayısı da bir hayli kalabalıktı. Bunlar Rusya’dan gelen Ermeniler olabilirdi. Düşman bizim köyün ahalisini Mezra-i ant’a götürdü. Eşraftan Horşit Bey’in oğlu Abdurrahman ve karısı da içindeydi. Ertesi gün otuz üç erkek ve oğlan çocukları ve sayıları seksene varan kadınlar, kızlar kafilesi ve kız çocukları ayrı ayrı kafileler halinde Müküs’e sevk edildi. Kadınlar kafilesi Çaçuvan’da bırakıldı. Erkeklerin hepsi geceleyin kılıçtan geçirildi. Bana bir vazife verildiği için bu katliâmdan kurtulmuştum. Vazife verdikleri sırada şöyle demişlerdi: “Git Molla Said’e orada kalan Ermenileri bize teslim etmesini söyle. Kendilerini boş yere öldürmenin bir faydası olmayacağını onlara anlat. Zaten memleket aşağı yukarı işgal edildi. Ruslar Halep’e kadar indiler. Ermenistan kurulmuştur. Orada bulunan Türk askerinin sayısı ve kuvveti hakkında bize bilgi ver.”
Bu sözler bana Dilo tarafından söylenmişti. Ben hemen yola çıktım. Çaçuvan’a vardığımızda Nahiye Müdürümüz Molla Said’le birlikte jandarma ve Kürtlerden müteşekkil kuvvetlerimizin oraya geldiklerini gördüm. Beş saat süren çarpışmadan sonra, Bediüzzaman Said Efendi’nin kumanda ettiği birliklerimiz kadınlar taifesini kurtarmaya muvaffak oldular. Kadınların hali son derece acıklıydı. Yürümeye mecalleri yoktu. Çocukların çoğu çizmeyle çiğnenmek suretiyle can vermişti. Otuz üç erkekten sadece iki kişi kalmıştı. (Document Surles kitabından naklen Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî , s. 163, 1. baskı )
Yeğeni Abdurrahman’ın beyanları
Bediüzzaman Hazretlerinin büyük kardeşi Molla Abdullah’ın oğlu yeğeni Abdurrahman’ın bu yıllarda Bediüzzaman’ın Rus ve Ermeni güçlerine karşı bu mevkilerde gösterdiği kahramanlığını yazdığı Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatından okuyoruz:
“Bediüzzaman Hazretleri İsparit Nahiyesinde saldırıya geçen Ermenileri kovup orayı selâmete kavuşturduktan sonra, Rus askerleriyle dövüşe Bediüzzaman kendi gönüllü fedaileriyle Van kalasında tahassun ederek ölünceye kadar Ruslarla muharebe etmeye karar verir, fakat Gevaş’ta bulunan Van Valisi Cevdet Bey ordunun sevk-ü’l ceyşinin kötü durumundan bahs ile Van’dan ayrılması için ısrarla haber gönderir. Bediüzzaman bu durum karşısında tekrar Van’dan ayrılarak Gevaş’a gelir. Buradan da Vali Cevdet ile birlikte Bitlis’e giderler. Bitliste, kaçamamış olan beşyüzden fazla aç perişan haldeki çoluk çocukların bakım ve iaşelerini üzerlerine alarak bir müddet onlarla uğraşır.”
(Bediüzzaman"ın Tarihçe-i Hayatı, A. Nursî, Envar Neş. s. 41 )
Bediüzzaman Bitlis’te
Birinci Dünya Harbi’nin şiddetli zamanlarıdır. Ermeni ve Rus kuvvetleri Bitlis üzerindeki emellerini yerine getirmeye uğraşıyorlardı. Dolayısıyla bu yörelerde Müslüman milletin canına ve malına kast yoluyla hûnhârlıklarını devam ettiriyorlardı. Hûnhârlıkları ayyuka çıkmıştı. Bediüzzaman Hazretleri de bu zalim düşmanı, işgal edip acımasızca zulümlerini icra ettikleri mevzilerden asker ve talebeleriyle kovma hazırlığını yapmaktaydı. Bu durum Büyük Tarihçe-i Hayatta şöyle anlatılmaktadır:
“Bunun üzerine Bediüzzaman Molla Said, üç yüz gönüllüsünü alarak geceleyin karların üstünde topların bulunduğu tarafa gider. Mezkûr topları tek tek bulup, Bitlis’e doğru yollamaya başlar. Ve -böylece- hepsini kurtarıp Bitlis’e getirmeye ve kurtarmaya muvaffak olur. Kurtarılan toplar Bitlis’in etrafına yerleştirilerek düşmana karşı bir müddet onlarla müdafaa yapılır.” (A. Nursî’nin yazdığı Bediüzzaman"ın Tarihçe-i Hayatı, Envar Neş.)
Ruslar, Van ve Muş tarafını istilâ edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bediüzzaman’a, “Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllümüz var; biz geri çekilmeye mecburuz,” dediler.
Bediüzzaman onlara, “Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört beş gün mukavemete mecburuz,” der ve Bediüzzaman Hazretleri onların ısrarlarına kulak vermez. Sonuçta günlerce asker ve gönüllülerle düşmana mukavemet edip bütün ahali ve cihazat malları ile birlikte kurtulurlar. (Büyük Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neş, s. 100)
Bediüzzaman Hazretlerinin düşmana karşı kahramanca çarpışması karşısında vali ve kumandan taaccüpte kalırlar. Rus ve Ermeni güçlerine karşı vatanı kahramanca savunan Bediüzzaman’ın Bitlis’te, Bitlis muharebelerinde gösterdiği kahramanlıklarını Büyük Tarihçe-i Hayatın nurlu satırlarında da okumak ve anlamak mümkündür: “Avcı hattında dolaşırken, vücuduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesaretinin kırılmaması için, sipere dahi girmemiştir. Hatta bunu işiten Vali Memduh Bey ve Kumandan Kel Ali, “Aman geri çekilsin!” diye haber gönderdikleri zaman, demiş: “Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek...”
Hakikaten, üç gülle ölecek yerine isabet ettiği halde, biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir. Geceleyin Vali ve Kumandan Kel Ali ve ahali kurtulduktan, gönüllüler ve askerler çekildikten sonra, bir kısım fedakâr talebeleriyle Bitlis’te bakiye kalan bir kısım biçareler için, kendilerini feda etmek fikriyle kaçmazlar.” (a.g.e,. s.99)
Bediüzzaman’ın Bitlis’teki esir anıları
Bitlis’i düşmandan arındırma kahramanlığı içinde düşmanla çarpışan Bediüzzaman, ölüm dâhil her şeyi göze alarak geri çekilmez. Muharebeye talebeleriyle birlikte devam eder. Geceleyin sabahlara kadar çarpışan Bediüzzaman Hazretleri nihayet; “Sabahleyin düşmanın bir taburu ile müsademe ederler; arkadaşlarının çoğu şehit olur. Hatta yeğeni ve fedakâr bir talebesi olan Ubeyd dahi kendi bedeline şehit düştükten sonra, düşmanın üç sıra askerini yararak geçip, hayatta kalan üç talebesiyle pek acîb bir surette su üzerinde bulunan bir sütreye girer. Hem yaralı, hem ayağı kırık bir halde otuz üç saat su ve çamur içinde kalır. Tüfek ellerinde, o vaziyet-i müthişe içinde, üst kattaki odada düşman askeri ve zabitleri bulunduğu halde, kemal-i istirahat-i kalble ve ahalinin kurtulmasının sevinciyle sürûr içinde, beraberindeki arkadaşlarına teselli vererek der: “Karşımıza ne vakit çoklukla düşman askerleri gelirse, o vakit silâhlarımızı kullanacağız, kendimizi ucuza satmayacağız, bir-iki düşmana kurşun atmayacağız...”
Lâtif bir inayet-i İlâhiyedir ki, otuz üç saat, onlar Rus askerlerini gördükleri ve Ruslar da onları aradıkları halde bulamadılar. Bu esnada Bediüzzaman, talebeleri olan gönüllü fedailere hitaben, “Arkadaşlar, durmayınız. Sizlere hakkımı helâl ettim; beni bırakınız, siz kendinizi kurtarmaya çalışınız,” demesi üzerine, fedakâr ve kahraman talebeler, “Sizi bu halde bırakıp gidemeyiz; şehit olursak, yine hizmetinizde olsun” deyip kalırlar. Sonra Ruslar esir edip, Van, Celfa, Tiflis, Kiloğrif üzerinden Kosturma’ya sevk ederler. (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 163)
Bediüzzaman’ın Bitlis Muharebesi esnasında gösterdiği kahramanlıkları hakkında bir polis memurunun görüp yaşadıkları:
“Bitlis vilayeti mürettebatından olup, muvakkaten Mardin’de müstahdem polis memuru 9 numaralı Bin Mehmed Efendinin ba’det tahlif (yeminden sonra) görülen lüzum üzerine arzolunan bir vechi zir ifadesidir.”
“Bitlis’in düşman tarafından istilâsında orada bulundunuz mu?”
“Evet, orada idim.”
“Ba’del istilâ Ruslarla Ermeni çetelerinin ahali-i İslâmiye hakkında ne gibi bir malûmat ve taarruzlarına vuku bulduğuna dair meşhudat ve malûmatınızı mufassalan beyan ediniz.”
“Bitlis istilâ olunduğu gece tahminen saat on raddelerinde karakolhanemde bulunuyordum. Hanemden hemşirem bir telâş ve heyecan içerisinde karakolhaneye gelerek düşmanın şehri istilâ etmekte olduğunu ifade eylemesi üzerine rüfekamla beraber karakoldan harice çıktığımızda yüzbinlerce tüfeng ve mitralyozun tarrakaları işitiliyordu. Ahalinin kaçmakta olduğunu gördüm. Efradi ailemi düşmanın taarruz ve tecavüzatından kurtarmak için bendeniz de ailem ile birlikte Bitlis’i yarım saat baid mesafedeki Arapköprü denilen mevkiye yürümeye mecbur oldum. Arkamızdan düşmanın Kazak süvarisiyle Ermeni çeteleri ve önümüzde piyade kaçmakta olan ahali-i İslâmiyeyi tevfik ederek ateşinin tesiratı altında büyük küçük, çoluk çocuk cümlesini katl ve süvarilerinin atları ayaklarının altında ezdiriyordu. Binlerce masum kadın ve kızlarının kanlarını yerlere akıtarak ve Kazak atlılarının süngüleri ucuyla bir takım sabileri ah-u eninleri semaları titretiyordu. Bu manzara-i faciayı görenlerin ciğerleri parçalanıyordu. Düşmanın yed-i zulmünden ahar bir büretle kurtulmuş olan bizim gibi birkaç nüfus güç hali ile nefsimize tahlise muvaffak olduk. Bu istilâyı müteakip Van polis müdür vekili komiser Refik Bey Van mürettebatından olup o esnada Bitlis’te istihdam edilmekte olan polis memuru Ali ve komiser muavini Süleyman ve ağabey namında Remzi Efendilerle Said Efendi ve Bitlis mürettebatından polis memuru Hamdi ve Resul Efendiler ve Bitlis mahkeme başkâtibi Şaban Vehbi Efendi ve ulema-i meşhureden Molla Saidi ve 20 kadar talebeleriyle birlikte komşularımızdan tüccarandan Hacı İshak ve dahi birçok kimse Ermeni çetelerinin kurşun ve süngüleriyle feci bir surette parçalandığını görmüş isem de hüviyetleri hatırımda kalmamış.
“Vermiş olduğunuz ifadeyi tasdik ediniz.”
“İmza ederek temhiren tasdik ederim.”
Fi 19 Mayıs, sene (1)332
Bitlis mürettebetından Mardin'de müstahdem
Polis memuru Yasin Abdi
Polisi müaileyh tarafından isticvap edilmiş olduğundan ifadesi tasdik olunur.
Fi 19 Mayıs, sene (1)332
Mardin livası komiseri Ahmed Nazif
Komiser muavini Abdülhamid
(Polis memuru Şükrü (Yeni Asya gazetesi. L. Salihoğlu 16 Nisan 2005 resmî belge))
DEVAM EDECEK