"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr.Şerif Mardin: Kemalizm kuru ve sığ

21 Ekim 2011, Cuma
MARDİN: KEMALİZMİN İçinde ne var, dışında ne var, nelerden meydana geliyor, belli değil. Meselâ laiklik DENİYOR, AMA LAİKLİK ne demek? Bunu nasil uygulayacağiz?

Şerif Mardin: Kemalizm kuru ve sığ
Prof. Dr. Şerif Mardin’in yıllardan beri tekrarladığı bir tesbiti var: Kemalizm kuru ve sığ; toplumun derinliklerine nüfuz edemiyor.
Ve işin enteresan tarafı, Şerif Mardin “Kemalizme karşı değilim” diyen de bir insan. Bu ideolojinin, “Türkiye’yi kurtarmak için ortaya atılmış olan, akıllıca, pratik bir araçlar bütünlüğü” olduğunu düşünüyor. (Ruşen Çakır, Vatan, 20.5.08)
Ama “Gelişmiş bir söylem olduğuna inanmıyorum. Felsefî derinliği yok” diyor. “İçinde ne var, dışında ne var, nelerden meydana geliyor, belli değil. Meselâ laiklik deniyor. Güzel, ama laiklik ne demek? Bunu nasıl uygulayacağız?” diye devam ediyor ve ardından şu eleştiriyi getiriyor:
“Kemalizm ‘devlet içinde devlet’ kurdurmamakta kararlıdır. Bu o zaman ne biçim bir laikliktir? Kemalizmin belirleyici yönünün laiklik olması yetmez, başka şeyler de söylemeli.” (a.g.g.)
Mardin, Batıda da Kemalizmin “gerekli, fakat sığ olduğu”nun kabul edildiğini belirterek, “Herkes Kemalizmin Türkiye’yi kurtardığı, fakat derinliği olmadığında birleşiyor” görüşünü ortaya atıyor.
Bütün bunlar alt alta konulduğu zaman Mardin’in de net olmadığı, söylediklerinde doldurulması gereken boşluk ve açıklar bulunduğu görülüyor. Meselâ Kemalizmin Türkiye’yi kurtardığını söylerken, neden, kimden ve nasıl kurtardığı sualinin cevabını vermiyor. Derinliği olmayan, sığ ve kuru bir ideolojinin bunu nasıl başardığının da.
Mardin’in beyanlarında öne çıkarılan ve laikçi kanadı bir kez daha küplere bindiren sözlerinden biri de bazı gazetelerin sürmanşetinde “İmam öğretmeni yendi” şeklinde özetlenen ifadesi.
Camisi, imamı, imamın okuduğu kitapları, tekkesi, tarikatı, külliyeleri, esnafıyla Osmanlı toplumsal hayatının gerçek bir birimi olarak nitelediği mahalleye, cumhuriyet döneminde öğretmen, okul, öğrenci ve öğrencinin kitabı üzerine inşa edilen bir yapının rakip olarak çıkarıldığını belirten Mardin, çıkan sonucu “Öğretmen kaybetti, ama çok kaybetmedi” diye ifade ediyor.
Bunu da “Öğretmenin getirdiği yeni inşa ve grup tipinin Anadolu’da bir etkisi oldu, ama 1950 sonrasında öğretmen geri kaldı” şeklinde açıklıyor.
Haddizatında, Mardin’in sözlerinden imamla öğretmeni rakip sayan bir sonuç üretip, ülkede böyle bir ikilem varmış gibi göstermenin de reel bir dayanağı en azından bugün için bulunmuyor.
Tek parti döneminde köy enstitülerinde yetiştirilen öğretmen modeli yaygınlık kazansa ve din eğitimini tamamen ortadan kaldıran uygulama devam etseydi, zaten ortada imam da kalmazdı.
Ama öyle olmadı. Dinsiz olmanın ötesinde, inkârcılığın propagandasını da yapan öğretmen yetiştirme sistemi fazla devam edemedi. Ve din görevlisi yetiştiren eğitim kurumları açıldı. Ayrıca, kimilerince tahrik amaçlı, kasıtlı ve abartılı şekilde “Öğretmenler imamlaştı” şeklinde ifade edilen vâkıa yaşandı. Ancak bu hali ortaya çıkaran saik devlet değil, sivil zemindeki manevî hizmetlerdi.
Sonuç: Kuru ve sığ bir ideoloji olarak ülkenin başına musallat edilen Kemalizme toplum direndi. Bu sessiz direnişi kırmak için yapılan her müdahale Kemalizmi biraz daha yıprattı. “Baltanın sapları” araya girmese, çoktan defteri dürülecekti.

***

Atatürkçülüğün neresindeyiz?
Anayasa Mahkemesi eski Başkanlarından Yekta Güngör Özden, “Bugün Atatürk ilkelerinin ne kadar uzağındayız?” şeklindeki bir soruya şu karşılığı vermişti:
“Bugün Türkiye’de Atatürkçülük yaşanmıyor ki, uzaklık veya yakınlığımızdan söz edebilelim...”
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk devlet başkanı Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de hayata veda etti.
Ama onun adına oluşturulan “Atatürkçülük,” o zamandan beri gündemde tutulmak isteniyor.
Dünyanın neresinde münhasıran kişi adıyla bağlantılı olarak meydana getirilen bir “ideoloji,” devletin resmî görüşü olarak muhafaza ediliyor?
Türkiye’deki Atatürkçülüğün muadili bir “felsefe,” dünyanın hangi ülkesinde mevcut?
Söz gelişi, Amerika’da Washingtonculuk, Fransa’da De Gaullecülük, Almanya’da Bismarkçılık, Arjantin’de San Martincilik, Pakistan’da Cinnahçılık var mı?
Türkiye bu alanda eşsiz ve benzersiz.
Devletin temel belgesi olan anayasanın muhtevası, daha başlangıç bölümünden başlayarak baştan sona Atatürk’ün ismiyle donatılmış.
Ve bu durum, Millî Eğitim Temel Kanunundan Siyasî Partiler Kanununa kadar bütün yasalara, yönetmelik ve tüzüklere de sirayet ettirilmiş.
Bunlarla da iktifa edilmemiş; Atatürk, müstakil olarak çıkarılan bir kanunla korumaya alınmış.
Aynı şekilde, Atatürk devrinde yapılan devrimlerle ilgili “inkılâp kanunları” da anayasa güvencesine alınmış; anayasaya aykırılıklarının iddia dahi edilemeyeceği, hükme bağlanmış.
Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri, göreve başlarken “Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacakları” yolunda yemin etmeye mecbur bırakılmış.
Mevzuat en küçük bir boşluk bırakmaksızın Atatürkçülük çerçevesinde hazırlandığı; resmî teamüller de bu çizgide oluşturulduğu ve zoraki dahi olsa uygulandığı halde, Özden diyor ki:
“Türkiye’de Atatürkçülük yaşanmıyor.”
Sanıyoruz, Özden bu ifadesiyle, “tören Atatürkçülüğü” şeklinde ifade edilen tepkilere tercüman olmaya çalışmış.
Bu anlamda bakıldığında, haksız da sayılmaz.
Çünkü günümüz Türkiye’si, Atatürk’ün yönetim ve laiklik anlayışı, milliyetçilik görüşü ve devletçilik tatbikatı başta olmak üzere pek çok görüş ve uygulamasını aşmış, büyük ölçüde geride bırakmış durumda.
Meselâ Atatürk döneminde Türkiye bir şahıs ve tek parti diktatoryasının hâkimiyeti altında idi. Bugün demokrasiyle yönetiliyor.
Atatürk dönemi Türkiye’sinin eğitim politikaları dinden tümüyle tecrit edilmişti. Bugün din eğitimi anayasa teminatında. 28 Şubat’ta bir miktar tırpanlanmış olsa da, yüzlerce İHL ve binlerce Kur’ân kursunda yüz binlerce çocuğumuz eğitim görüyor.
Atatürk döneminde bilhassa dinî yayınlara hayat hakkı tanınmıyordu. Bugün dinî neşriyat, sair İslâm ülkelerine de örnek teşkil edecek bir gelişme içinde.
Atatürk döneminde ezan-ı Muhammedî (a.s.m.) üzerinde dahi tasarruf yapılabilmiş; Allah demek yasaklanmıştı. Bugün on binlerce camiden beş vakitte yükselen “Allahu ekber” sadâları, inananların gönlünü ferahlatıyor.
Atatürk döneminde “üstün ırk” felsefesine dayalı bir milliyetçilik anlayışı hâkimdi. Kafatası ölçümleri yapılıyor, dil ve tarihte eksantrik arayışlara giriliyordu. Bugün bir kısım tortular hâlâ devam ediyor olsa da, bu aşırılıklar büyük ölçüde terk edilmiş durumda.
Hasan Bülent Kahraman’ın, “Kemalizmin dört devresi” için yaptığı, geçilen aşamaları ve gelinen noktayı özetlediği tahlil, bu tabloyu özlü bir şekilde tamamlıyor:
1.1931-37—tek parti-tek şef.
2. 60’lar—Yön dergisinin militarist Kemalizmi.
3. 80 sonrası—12 Eylül’ü meşrulaştırmak için 30’lara dönüş özlemiyle hazırlanan proje.
4. 95 sonrası—kitleselleştirilen, ama ne olduğu anlaşılmaz, bilinmez hale getirilen Kemalizm (Sabah, 7.8.07).
Sonuç: dayatıldıkça içi daha da boşalan kuru ve sığ bir ideoloji...
Senelerdir Atatürkçülük adına yapılan pek çok zorlama, hatta ihtilâller neticesinde oluşan tablo bu.
***

Anayasada Atatürkçülüğün işi ne?
12 Eylül Anayasasında, öncelikle ve özellikle değişmesi ve düzeltilmesi gereken pek çok madde var.
Söz gelişi, başlangıç kısmında yer alan ve Atatürk milliyetçiliği ile ilke ve inkılâplarını mutlak koruma altına alırken, diğer düşünceleri mahkûm eden ifadeler mutlaka kaldırılmalı.
Aynı istikamette, 4. maddenin “2. maddedeki cumhuriyetin nitelikleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmüyle birlikte, 2. maddede devletin Atatürk milliyetçiliğine bağlı olduğunu öngören düzenleme değiştirilmeli.
Eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda yapılmasını buyuran 42. madde, demokratik bir muhtevaya kavuşturulmalı.
Milletvekilleri ile cumhurbaşkanını göreve başlarken Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık beyanına zorlayan yemin metinlerinin yer aldığı 81 ve 103. maddeler kesinlikle düzeltilmeli.
134. madde ile “Atatürkçü düşünceyi, ilke ve inkılâpları araştırmak, tanıtmak ve yaymak” için kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, anayasal kurum olmaktan çıkarılmalı, hattâ gerekiyorsa özelleştirilmeli.
“İnkılâp kanunlarının korunması” başlığını taşıyan ve toplum gerçekleriyle çelişen 174. madde kaldırılmalı.
Türkiye eğer demokrasi yolunda ilerleyecekse, bu düzenlemeleri en kısa zamanda mutlaka yapmalı.
***
Anayasanın, başlı başına hukuk fecaati oluşturan bir başlangıç” kısmı var.
Bu ucube metnin 12 yıl yürürlükte kalan giriş pasajında, 12 Eylül darbesi şöyle övülüyordu:
“Ebedî Türk Vatan ve Milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
“Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silâhlı Kuvvetlerinin, milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekâtı sonucunda, Türk Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Millî Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip ve doğrudan doğruya Onun eliyle vaz olunan bu anayasa...”
Bu utanç verici ihtilâl övgüsü, 1995 yazında, DYP-SHP koalisyon hükümetinin inisiyatifiyle yapılan kapsamlı anayasa değişikliği çerçevesinde metinden çıkartılarak bir ayıp temizlendi.
Ancak başlangıç kısmının geride kalan bölümleri de demokrasi ve hukukla bağdaşması kesinlikle imkânsız bir muhteva taşıyordu.
Söz gelişi, şu pasajdaki tekelci ve dayatmacı yaklaşım bunun tipik örneklerinden biriydi:
“Hiçbir düşünce ve mülâhazanın, Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Türk Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği...”
Bu çarpık pasaj da, AB’nin ısrarlı takibiyle, 2001 Ekim’inde değiştirildi. Baştaki “Hiçbir düşünce ve mülâhaza” kelimelerinin yerine “Hiçbir faaliyet” ifadesi konulmak suretiyle.
O zaman iktidarda, Ecevit başkanlığındaki Anasol-M koalisyonu vardı. Bu değişikliği yaptırmamak için bilhassa MHP çok direndi. Teklifin ilk halinde “Hiçbir düşünce ve mülâhaza”nın “Hiçbir eylem” olarak değiştirilmesi öngörülüyordu; amansız meydan muharebelerinin ardından “Hiçbir faaliyet”te mutabık kalındı.
Anayasanın eski hali, Atatürkçülük dışındaki hiçbir düşünceye hayat hakkı tanımıyordu; değişik hali “Atatürkçülük karşıtı faaliyetler”i yasaklıyor.
Ve bu da sorunu çözmüyor. Başlangıç metni böyle makyajdan öteye gitmeyen rötuşlarla muhafaza edildiği sürece de çözülemez. Çünkü “faaliyet” tabirinin bir hukukî tanımı yok. Tıpkı Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği olarak sıralanan kavramların hukukî geçerliliğe sahip tarifleri bulunmadığı gibi...
Bu karışıklık hâlâ ortadan kaldırılabilmiş değil.
Şimdi geldiğimiz noktada yeni bir anayasa değişikliği, daha doğrusu anayasanın tamamen yenilenmesi gündemde. Peki, bu yenilenme çerçevesinde başlangıç için ne düşünülüyor?
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Zühtü Arslan, “Başlangıçtaki retorik ifadeler hukuk normu niteliği taşımıyor” demişti (Hürriyet, 4.1.08). Bu görüşü paylaşan ve seslendiren başka hukukçular da var.
Bu yaklaşım siyasî irade tarafından da benimsenmeli ve 12 Eylül ihtilâlinin ürünü olan bu hukuk fecaati yeni anayasaya kesinlikle taşınmamalı.

YARIN: Atatürk milliyetçiliği ne demek?
 
 
KÂZIM GÜLEÇYÜZ
Okunma Sayısı: 8942
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • demokrat58

    21.10.2011 00:00:00

    Bu 12 eylül övgü ve medhiyelerini sanki o zamanlar erzurumlu -kerameti kendinden menkul bir kul olan-bir zat da yapıyordu diye hatırlıyorum.Yanılıyor muyum?Hatırlayan dostlara bir tebessüm babından...Hatırlamayanlara da merak saikası ile...

  • metin

    21.10.2011 00:00:00

    12 Eylül darbesini Çanakkaleden ,mohaçtan malazgirtten daha büyük bir harekat ilan eden bu kişiler,1982 anayasa oylamasında anayasayı darbe anayasası ilan ederek toptan red eden Yeni Asya camiasını topa tuttular..Şimdi bu kardeşlerimizin YENİASYA ’ya özür borçları vardır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı