"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Said Nursî’den çok istifade ettim...”

29 Aralık 2012, Cumartesi
DÜNDEN DEVAM- Hilal Tv’DEKİ Programın sonunda, “Said Nursî’nin eserlerine çok atıf yaptığı ve etkilendiği, önerdiği metodun ve duruşunun Said Nursî’nin metoduna çok benzetildiği” değerlendirmesi yapılması üzerine Suriyeli Âlim Cevdet Said şöyle dedi: “Ben Said Nursî’den çok istifade ettim.”

CİHAD İÇİN, HEM MÜCAHİD, HEM MÜCAHED İKİ TARAFIN OLMASI LÂZIM”

“Bana bir soru soruyorsunuz; o taraf mısınız, bu taraf mısınız?’ diye “taraf sorusu”na serzenişte bulunan ve insanların bu ikilemden çıkması gerektiğini bildiren Cevdet Said, “Silâha inanan, silâh yöntemini kabul eden de, bunu kabul etmiş sayılır” karşılığını verip, programda sözkonusu edilen, “cihad” mefhumu hakkında da şu görüşleri hülâsa ediyor:
“Cihad nedir? Bir gün bir Hıristiyan gelmişti bana Bir-i Acem köyüne. Televizyonda benim şiddet taraftarı olmadığımı görmüş, bana şöyle demişti; ‘Sizde cihad mefhumu-anlayışı varken, nasıl şiddetsizlikten bahsedebilirsin?’ demişti. Oysa cihadın olması, sahih cihad olması için hem mücahid hem mücâhed (cihad edilen, savaşılan) iki tarafın oluşmuş olması lâzım. Allah Resûlü (asm) Medine’ye gittiğinde yanında bir ordu yoktu. Mal-mülk de yoktu. Ama onlar canlarını, mallarını fedâ ederek onu güzel bir şekilde karşıladılar...
“Medine’yi düşmanlardan savunan herkes hangi kabileden olursa olsun, Müslüman olsun, Yahudî olsun hepsi Medine halkıdır ve hakları vardır. Bir tek ümmet gibiydi. Ama bu mutabakatı bozan kendi aleyhine bozdu. Hudeybiye Muahedesinde Süheyl bin Amr gelip, “Bizden biri kaçıp size gelirse siz iade edeceksiniz” demişti. Allah Resûlü kabul etmişti…”
 
İSLÂM’DA “KADININ KONUMU”

 Programda, Ayşe Böhürler’in -program dışından- “kadının konumu” hakkında, “kadın erkek ilişkisi eşitlik üzerine mi yoksa birbirini tamamlayan iki parça-iki cüz üzerine mi?” sorusuna da Cevdet Said, şu sözlerle cevap veriyor:
“Daha önceki zamanlarda, savaş dönemlerinde erkek algısı daha baskındı. Çünkü kas kuvveti, savaşma gücü erkekte daha fazla olduğu için, dolayısıyla oradan bir getirisi, beklentisi oluyordu. Kadınlar bu güç savaşında yer almıyordu. Ama günümüzde önemli olan kas gücü değil. Bu ölçekler değişti. Hatta Kur’ân’a bile ‘bir erkeksi dil kullanıyor’ diye tenkit edenler oldu. Allah Resûlüne ‘İnsanların en hayırlısı kim diye soruyorlar, ‘Annen’ diyor, üç kez anneyi tekrarladıktan sonra dördüncüsünde baban diyor. Nasıl oluyor da Kur’ân ‘erkeksi bir dil kullanıyor’muş? Evi idâre eden, ev ekonomisini çekip çeviren kadın. Annedir asıl kızlarını, çocuklarını eğiten, çocuklarını eğiten baba var mı?”
Bundan hareketle, “İyi insanları, yüzlerinden, davranışlarından, beden dillerinden tanırsınız. İnsan annesinin yüzüne baktığında elbette sevinir, bebek annesini gördüğünde seviniyor. Ama bir çocuk annesine baktığında ağlıyorsa burada ters bir durum vardır” yorumunu yapan Cevdet Said’in, “Kur’ân, ‘insanı yüzlerinden tanırsınız, onların seslerinin yumuşaklığından, güzelliğinden anlarsınız’ diyor. Bir insanın kızgın mı, yoksa sakin mi olduğunu beden dilinden, sesinden anlarız. İşte Kur’ân ‘O’dur güldüren ve ağlatan’ diyor. Yani burada derin bir kültür, derin bir bilinç var” cümleleri ise bir diğer kayda değer yorumu oluyor.
  
“İSLÂM, KENDİNDEN ÖNCEKİNİ SİLİP SÜPÜRÜR, TEMİZLER”

“Arap Baharı’nda rejimlerle, rejimlere muhaliflerinin çatışanlarını Hz. Âdem’in iki oğluyla benzeştirebilir miyiz? Bu ‘Arap baharı’nın durumu, Habil –Kabil kıssasına benzer mi?” şeklindeki bir soruya, “Allah Resûlü, ‘Âdem’in oğlu (Habil) gibi ol’ buyurur. Bir kitabımın adı da budur zaten. Yeni bir kitap yazıyorum; ‘İslâm kendinden öncesini silip süpürür, temizler’ diye bir hadistir. Ama bu hadisi çok iyi kavramak icâb eder. Bundan yeterince bahsedilmiyor. Bu İslâm’dan önceki bütün kinleri, bütün olumsuzlukları siler süpürür anlamındadır. Çünkü meselâ Allah Resûlü Mekke’yi fethettikten sonra daha öncekilere kin beslemedi, onlardan intikam almaya kalkmadı. Nasıl Yusuf kardeşlerini affettiyse, ben de sizi affediyorum. Hepiniz affedildiniz, hepiniz serbestsiniz’ dedi…
“Hatta o zaman, ‘Bizim aramızda kan dâvâsı var, kısas uygulayalım’ talebinde bulunanlara bile, iltifat etmemişti. Çünkü orada önceki duruma bir sünger çekip, yepyeni, tertemiz bir sayfa açmak gerekti…
 “Gözlerimle gördüm; Hitler yönetiminde yer alan bir Alman’ın Amerika’daki muhakemesini izlemiştim. 21 sene hüküm giymişti. 70 kişiyi öldürmüştü. O insan annesinin karnında böyle doğmadı. Toplum onu o duruma getirdi. Bunu anlamamız lâzım. Yani bunun tekrar normalleştirilmesi lâzım. Hapse koymak yetmez. Bu insan katil yaratılmadı. Psikologların, diğer insanların bunlarla çalışması lâzım…”
 
“KISAS ÂYETİ”NİN ANLAMIYLA SABIR VE AFFETMENİN DAHA HAYIRLI OLMASI

 “Sizin için kısasta hayat vardır, ey akıl sahipleri” âyetine dair suale, “Ama devamı da var. Eğer sabrederseniz ve affederseniz bu sizin için daha hayırlıdır’ buyuruyor; bu âyetin devamını da hatırlamak lâzım” diyen Cevdet Said, “Bu âyet, bağışlamanın, affetmenin daha uygun olduğunu vazeder. Allah yanıltmaz. Burada kalplerimizde kin tutmamak, kim beslememek esastır.” açıklamasını getiriyor.
Yine “Allah ve Resûlüne savaş açıp yeryüzünü fesada boğmak isteyenler, işte bunlar çaprazlama el ve ayakları kesilmeli ve yurtlarından sürülmeli” hükmündeki sürülmenin anlamını, “İslâm Şeriatında insanın evinden koparılıp bir terbiye ve ceza yöntemidir. Öldürme seçeneği var, ama insanın hayatı daha önemli neden öldürme seçeneğini seçelim” şeklinde tavzih ediyor.
Cevdet Said sözlerine şunları ekliyor: “Benim dediğim şu; Resûlullah’ın ‘Hz. Adem’in oğlu (Habil) gibi olmalıyız” ya da “Hz. Adem’in oğlunun hayrı gibi ol” hadisine (Tirmizi, Ebu Davut, Sahih) ve yine Allah Resûlünün (asm), yepyeni bir sayfa açalım mânâsında ‘İslâm, kendinden öncekini silip süpürür’ hadisini anlamamız lâzım. Peygambere tâbi olmak budur. ‘Sizden önce toplumlar gelip geçmiştir. Siz de gelip geçicisiniz. Onların yaptığı kendilerine, sizin yaptığınız kendinize’ âyetinin de anlamı bu. Burada asıl olan öldürmek değil, affetmek ve yaşatmak…”
“Ama kısas âyeti var’ derseniz, o kısas âyetinin devamında tek seçenek sunmuyor; affetmeyi tercih edin tavsiyesinde bulunuyor Kısas âyeti. Öncekiler tek öldürme seçeneğini seçtiler. Bu da kalplerin kinle dolmasına sebebiyet verdi. Bu yanlış bir tutum…
 “Sevgili Efendimiz Allah Resûlü (asm), ‘Allah kuluna affetmekten daha büyük bir nimet-izzet vermemiştir’ diye buyuruyor. Kıyamet gününde bir münâdiler şöyle çağırır, ‘Ecri Allah tarafından verilecek olanlar ayağa kalksın!’ Affedenlerin, ıslâh edenlerin ve düzeltenlerin ecri Allah’a kalmıştır. Bunun büyük mânâsı var…”
 
SAİD NURSÎ’DEN ÇOK İSTİFADE ETTİM…”

Programın sonunda, “Said Nursî’nin eserlerine çok atıf yaptığı ve etkilendiği, önerdiği metodun ve duruşunun Said Nursî’nin metoduna çok benzetildiği, şiddeti değil de hukuk müdafaasını esas aldığı” değerlendirmesini “Ben Said Nursî’den çok istifade ettim” diye onaylıyor. Kardeşini katlettikleri, uzun yıllar hapiste yattığı halde affettiğini hatırlatıp, “Uzaktan bir bomba parçası isâbet ederek öldürüldü kardeşim. Akrabalarımı, kardeşimi, beni dahi öldürseler ben onlar için af talep ederdim ve onları affederdim” diyor.
Cevdet Said, barışı ve affı tercih hususunda şunları söylüyor: “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler Türklerle şiddetli çarpışmalar yaptı. Said Nursî de bizzat fedâileriyle çarpıştı. Ama yine de o af yolunun daha uygun olacağını tercih ediyordu…
“Said Nursî’nin talebesi ona bir soru sorduğunda, ‘Sen benim durumumu biliyor musun?’ demişti. ‘Bir zengin adamı düşünün, çocuğunu çok seven ona çok kıymetli hediyeler alır, ama çocuk mücevherâta alıştığı için hep balonlarla ilgilenmeyi tercih eder, onlarla oynamaya başlar. ‘Ben Kur’ân’ın mücevherat dükkânının dellâlıyım’ diyor. ‘Ben size Kur’ân’ın hakikatlerini anlatıyorum” der Said Nursî…”
   
 KUR’ÂN’IN MESAJIYLA “İSLÂM  BARIŞA DÂVETTİR…”

“Toplumsal dengenin bozulmasının toplumsal ayrışmayı getirdiğini belirten Cevdet Said, “Biz Kur’ân’ın bize öğrettiği en mukaddes şeyi kaybettik. Kur’ân, ‘Dinde zorlama yoktur.’ ‘Sizi öldürmeyen, sizi yurtlarınızdan sürmeyenlerle iyi davranmanızda sakınca yoktur’ diyor. Ama biz bunu tam anlamadık. Annemize babamıza iyilikle davranmamız gerektiği gibi insanlara da iyilikle davranmamız gerekir” değerlendirmesini yapıyor.
“Elhamdülillah imanımız kuvvetlidir, ama ifâdede zayıf kaldığımız Kur’ân’ın mesajlarını ve fikirlerini iyi anlamamız gerekir” beyânında bulunan Cevdet Said, “Ben yine bir sorgulama esnasında fikirlerinin yayılması gerektiğini, fikir hürriyetinin önünün açılması gerektiğini söylemiştim. Şiddet karşıtı kitabımı okuyan bazı Batılılar, düşünürlerin internet sitelerinde, sosyal medyada bazı makalelerimden, fikirlerinden etkilendiğini anlatıyor.
11 Eylül olaylarından sonra da yayınlanan çalışmaları olduğunu, bu araçları da kullanmak gerektiğini belirten Cevdet Said, “İslâm barışa dâvet etmektir. ‘Ey inananlar, İslâm topyekûn girin’ buyruğunun mânâsı budur” diye konuşuyor.
  
 “SİLÂH YÖNTEMİ’NDEN KURTULMALIYIZ”

Mülâkatının sonunda, “İnsanlık olarak, Müslümanlar olarak bu “silâh yöntemi”nden kurtulmalıyız. Cezayir’de iki milyon insan öldürüldü. Japonya’ya atom bombası atıldı. Onlar Müslüman da, Yahudi de, Hıristiyan da değildi. Ama insandı. İnsanoğlu neden silâhla müdahale etsin?” diye soruyor. Ve özellikle dahilde silâhlı çatışmaya karşı “Kur’ânî metodu” öneriyor.
Gerçek şu ki programın kapanışında da belirtildiği gibi, Cevdet Said’in merakla ve ilgiyle izlenen düşünceleri, pek çok ezberi bozdu, şimdiye kadar belleklere yerleşmiş pek çok şeyi alt-üst etti.
Bu bakımdan, Suriye’de çok zulüm görmüş, uzun yıllar hapishanelerde yatmış ve son olaylarda kardeşini kaybetmiş, kısaca âilece ülkede yaşanan zulüm ve baskı sürecinin içinden geçmiş, kargaşa, kaos ve iç savaşı yaşamış bir mütefekkir olarak Cevdet Said’in, bütün bunlardan azâde olarak böylesine bir barış diline, bir arada yaşama kültürüne işâret ederek bir medeniyet târifi yapması, fevkalâde anlamlı…
 —SON —

“ŞEHİDLERİN ŞÂHI, YERİNDE VE ZAMANINDA HAK SÖZÜ SÖYLEYENDİR”
“Selefî olup olmadığı” hakkındaki soruyu, “Allah onları affetsin, ben Selefî değilim. Daha öncekileri, bütün geçmişlerimizi Allah affetsin. Selefîler de değişiyor. Tunus’ta, diğer yerlerde 20 sene geçmeli ki, seçimin, demokrasinin hakikatinin ne olduğu tam anlaşılsın. Laiklerin de, solcuların da bunu anlaması lâzım. Müslümanların da anlaması lâzım” cümleleriyle cevaplayan Cevdet Said oldukça önemli bir hususa dikkat çekiyor:
“Yani güçlü olan İslâm’ın taraftarı da zayıf olan İslâm’ın karşısında mı? Meselâ Said Nursî zayıftı, hapiste tutulmuştu. Hz. Yusuf da hapiste tutulmuştu. Şehitlerin şâhı, harp meydanında öldürülen değildir, yerinde ve zamanında hak sözü söyleyebilendir.
“Yasin Sûresi’nde de anlatılır; ‘Şehrin ücrasından, uzağından gelen, hak sözü söyleyen ve sizi Allah’a dâvet edene tabi olan, ‘Ben o elçinin Rabbine iman ettim’ der. Ve kendisine ‘Cennete gir!’ denilir.’ Şehitlerin başında durduğunda da, Peygamberimizin bu büyük ikramlarla, bu ilâhî ikramlarla haber verdiği Bedir Gazvesi bunun misali…”
 
ÇIKIŞ YOLU; “MÜSBET HAREKET” METODU

ÖZETLE Cevdet Said’in fikirleri, Bediüzzaman’ın haber verdiği, “menfî hareketle” Müslüman milletleri çeşitli ırkî ve mezhebî ayırımlar üzerine birbirleriyle uğraşmaları, kavga ve kargaşaya sürükleyip bölünme ve parçalanmayla ecnebilerin işgal ve boyunduruğu altına girmeye iteceği gerçeğini tasdik ediyor.
Temelde “hukuk-u amme”nin “hukukullah” hükmüne geçtiğini tasrih eden Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da “daima müsbet hareket” olarak tesbit ettiği Kur’ânî metotla Bütün Müslümanları “menfi hareket”ten sakındırıp, “müsbet hareket”le mükellef oldukları hakikatini teyit ediyor. (Kastamonu Lâhikası, 188)
Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleriyle ve Peygamberimizin (asm) hadisleriyle tefsir edip mânâsını belirlediği “müsbet hareket” metoduyla, müstebit, tahripkâr ve tepeden inmeci fevkalâde ağır baskılara, hapislere, zulümlere karşı, büyük bir vakar, izzet ve temkinle, kitleleri infiâlle provokasyonlara kapılmaktan sakındırmak gereğinin ehemmiyetini gösteriyor. (Emirdağ Lâhikası, 451)
Ve bugün, “menfi hareket”le çıkmaza girip başarısız kalan, birçok Arap ülkesinde yeniden iktidar mücadeleleriyle iç çatışma ve iç savaşa sürüklenip “sonbahar”a dönüşen, en son Suriye’de olduğu gibi “silâhlı muhalefet”in “silâhlı direnişi”yle kargaşa ve kaos içinde binlerce masumun kanının heder olmasıyla kirlenen “Arap Baharı”nın çıkış yolunun Bediüzzaman’ın tefsir ettiği “müsbet hareket” Kur’ânî metoduna dönmek olduğunu bir defa daha ortaya koyuyor.


Cevher İlhan
Okunma Sayısı: 2791
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Güç

    2.2.2013 00:00:00

    Cihad deyince neden sadece silah ile mücadele akla geliyor. Neden nefsin serkeşliğine karşı onu ıslah etmeğe çalışmak akla gemiyor. Halbuki silah esasında müdafa aracıdır. Hiç bir devletin tarruz bakanlığı yoktur, ama her devletin savunma bakanlığı vardır.

  • bahattin yavuz

    29.12.2012 00:00:00

    Ahir zaman olan çağımızın tartışmasız müceddidi Bediüzzaman hazretleri 50’den önce kendisi, talebeleri son derece ağır işkencelere zulümlere maruz kaldıkları halde sureti katiyede silaha el sürmemiş daima asayişin muhafazasına çalışmış. Bizim idarecilerimize ne oluyorki bu büyük zat’tan ders almıyorlar da Suriyede kardeşi kardeşe kırdırıyorlar, Irak, Afganista ve libya’da da aynı hatalar yapıldı. Bunların dünyada ve bilhassa ahiretteki vebali çok büyüktür Allah muhafaza. Değerli alim Cevdet Said veİlhan beyi kıymetli çalışmalarından dolayı tebrik ederiz Cenab-ı Mevla yar ve yardımcıları olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı