ABDURRAHMAN ÖNBAŞ - S. ALP ÖZCAN
1936 yılında Bediüzzaman, Eskişehir hapsinden tahliye edildikten sonra, bu kez Kastamonu’ya sürgün edildi.
Bu sürgün, görünüşte daha serbest bir hayattı; fakat gerçekte ağır bir gözetim ve tecrit dönemi başladı. Kastamonu’da polis merkezine yakın bir eve yerleştirildi. Her adımı kayıt altına alındı, dış dünya ile teması sınırlı tutuldu.
Devlet, onu cemiyetten tamamen tecrit ederek etkisiz hâle getirmeyi hedefliyordu. Ancak bu süreç, onun için ne durgunluk ne de geri çekilme anlamına geldi. Bilakis, Risale-i Nur hizmeti bu dönemde içerik olarak daha da derinleşti ve yaygınlaştı.
Medrese-i Nuriye’nin sükûtlu inşası
Kastamonu, Üstad’ın hayatında ikinci büyük iman hizmeti merkezine dönüştü. Burada kaldığı süre boyunca eser yazmaya, gelen mektuplara cevap vermeye ve talebeleriyle irtibat kurmaya devam etti. “Medrese-i Nuriye” dediği bu küçük ev, kısa sürede iman derslerinin yapıldığı mütevazı bir merkeze dönüştü.
Yazılan risaleler köy köy, şehir şehir elden ele dolaştı. Her biri daktilo veya elle çoğaltılıyor, bazen 500’e yakın kopya hazırlanıyordu. Bunu yapanlar ise büyük çoğunlukla gençlerdi. O dönemde din eğitiminin yasak olduğu bir zamanda, Risale-i Nur bir nevi serbest medrese hâlini almıştı.
Sıkı takip ve zorluklar
Kastamonu hayatı boyunca Üstad, sürekli polis ve jandarma gözetimi altında yaşadı. Evinin önü izleniyor, gelen giden not alınıyor, mektuplar açılıp okunuyordu. Talebeleriyle yaptığı her temas fişleniyordu. Özellikle lise gençlerinin ona teveccühü, rejimi rahatsız etti.
Bazı dönemlerde kitap yazması bile yasaklandı. Yazı yazdığı kalemine el konuldu, ziyaretçilerine tehditler savruldu. Fakat o, bu baskıya rağmen hizmeti durdurmadı. Sükûnetle, sabırla ve planlı bir şekilde iman hakikatlerini anlatmaya devam etti. Kastamonu Lahikası bu dönemin belgeseli gibidir.
Kastamonu’nun manevî mirası
Kastamonu yılları, sadece eserlerin çoğaldığı bir dönem değil; aynı zamanda hizmetin kalitesinin ve ihlâsının yerleştiği yıllardır. Üstad, siyasî çatışmalardan uzak durarak yalnızca iman ve ahlak esaslarına odaklandı. Bu dönemde gençliğe yönelik uyarıları, ahirzaman fitnesine karşı hazırladığı tesbitler ve cemaatleşmenin usulüne dair birçok temel esas netleşti.
1943 yılında Denizli davası vesilesiyle bu hizmet süreci bir kez daha kesintiye uğrayacaktı. Ama Kastamonu’da atılan temel, sonraki yıllarda Risale-i Nur’un yayılmasının ana dayanağı oldu. Bugün hâlâ Kastamonu, bir nur menbaı olarak hatırlanıyorsa, bunun temeli oradaki ihlâs dolu istikrarlı iman hizmetidir.
Velhasıl,
Kastamonu dönemi, Said Nursî’nin ağır baskılar altında dahi geri adım atmadan sürdürdüğü iman hizmetinin bir başka önemli safhasıdır. Bu yıllarda gösterdiği sabır, devletle çatışmadan yürüttüğü müspet hareket anlayışı ve genç nesillere verdiği yön, günümüzde hâlâ rehber niteliğindedir.
Bir tecrit döneminden bir cemaat doğmuş, bir evden bir mektep kurulmuştur.