Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” adlı kitabında Bursa için, onu kuran dedelerimizin yaşayışlarındaki halis tarafa hayran olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder: “Onlar zaferin kendilerine ilk gülüşü saydıkları bu şehri o kadar sevmişler, o kadar candan kucaklamışlar ki hâlâ taşı, toprağı bu yükseltici ve şekil verici ihtirasın Nurdan izleriyle doludur. Bu şehirde muayyen bir çağa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan ‘Bursa’da ikinci bir zaman daha vardır’ diye düşünebilir.”
Bursa’da ikinci bir zaman düşüncesini ortaya çıkartan bu halis tarafın beslendiği kaynak neydi acaba? Yahut hâlâ taşıyla, toprağıyla yükseltici ve şekil verici bu cehdin, bu gayretin Nurdan izleriyle dolu oluşunun sırları neydi?
Dedelerimizin yaşayışlarındaki halis taraftan yola çıkarsak, sanıyorum, bu ikinci zaman düşüncesinin sırlarını çözebiliriz, diye düşünüyorum.
Burada hemen Bediüzzaman Hazretlerinin ihlâs hakkında yazdığı Yirmi Birinci Lem’a’nın girişindeki ihlâs tanımı nazarıma ilişti: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.”
Bu mükemmel tanım bize aslında uhrevî duruşla birlikte maddî duruşumuza da yansımalar gönderen bir ışıktır. İman ve ubudiyet arasında âdeta kurulması gereken muhkem köprülerin dizayn edilmiş şeklidir. Yine bu tanımın hususiyetleriyle donanmış bir medeniyet algısını göz önüne alırsak-–ki bu bir Kur’ân medeniyetidir—ferdî hayattan, san’ata; sosyal hayattan mimariye kadar uzanan müthiş ve fıtrî bir olgudur. Aslında yazarın da-–bilerek ya da bilmeyerek—kastettiği bu hakikattir.
Bir şehrin mevcudiyetini sağlayan insanların beslendikleri kaynak neyse, o şehir de odur. İşte, ecdadımızın da iman eksenli bu halis tarafıyla vücut bulan şehirler, uhrevî âhengiyle bittabiî ki ikinci bir zaman keyfiyetini oluşturuyordu. Hayatın bütün inceliklerine sinen bu keyfiyet, âdeta ritmini bozmadan çalışan bir saat gibiydi. Böylece “Şehirleri Süsleyen Yolcu”lar, arkalarında camiler, medreseler, tekkeler, hanlar, hamamlar bırakarak yollarına devam ederler ve arkalarından gelen yeni yolcular da onların izinden bu hususiyetleri devam ettirirlerdi.
Her zamanın bir hükmü vardır. Mazinin derinliklerinden bugüne yansıyan ışığın ilhamımıza yön veren derinliği, elbette bir başka yönüyle devam ediyor. Asrın idrakine söylettirilen Kur’ânî hakikatler, felâket ve helâket enkazının altından fışkırarak nurunu âleme temevvücsâz ettiriyor.
Ve artık, ilcaata muvafık olarak, şehirlere ikinci bir zaman keyfiyeti katan halis ve hakikattar yolcular kervanı, yoluna devam ediyor.
Dedeleriyle onların arasındaki tek ayırıcı hususiyet ise, imtihanlarının farklı oluşuydu..
HASAN BULUT
[email protected]