02 Mart 2012, Cuma
Kötümserliği ve karamsarlığı ile meşhur, Arapların ünlü filozof ve şairlerinden olan Ebü’l-Ala, 973 yılında Halep ile Humus arasında bulunan Maaretü’n-Nu’man kasabasında doğdu. Baba tarafından Tenuh, anne tarafından Beni Sebike kabilesindendir. Künyesi; Ebü’l-Ala Ahmed bin Abdullah bin Süleyman el-Maarri şeklindedir.
Ebü’l-Ala henüz daha dört yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı neticesinde önce sol sonra sağ olmak üzere iki gözünü de kaybetti. Kısa boyu, zayıflığı ve çirkin olması sebebiyle ömür boyu aşağılık duygusundan kurtulamadı. Hem mağrur hem de çok alıngan idi. Çabuk öfkelenen bir kişiliği olmasının yanında ince ruhlu ve yalnızlığı seven özelliklere sahip idi.
İlk eğitimini babasından aldı. Halep’te dil ve edebiyat derslerini İbn Haleveyh’in talebesi Muhammed b. Abdullah b. Sa’d’dan, hadis derslerini Yahya b. Mis’ar et-Tenuhi’den aldı. Bunların dışında bir çok ilim dalında ders aldığı tahmin edilmekle beraber, bu dersleri kimlerden almış olduğu bilinmemektedir. Mağrur bir yapıya sahip olup, Maarra’ya döndüğünde 20 yaşlarındadır. Bu sırada dayısına yazdığı bir mektupta, Şam ve Irak’ta kimseden ilim öğrenmeye ihtiyaç duymayacak bir vaziyette olduğunu belirtir.
1007 yılında Bağdat’a giderek zamanın tanınmış âlimleriyle görüştü. Hayatında çok büyük izler bırakan felsefeye dair eserleri burada tanıdı. Bir süre sonra annesinin vefatı üzerine memleketine döndü. Bu olaydan sonra yalnızlığı tercih ederek münzevî bir hayat yaşadı. Bir taraftan kör olması diğer taraftan münzevî bir hayat yaşamasından ötürü kendisine; “iki bakımdan mahpus” anlamına gelen “rehinü’l-mahbuseyn” dendi. Münzevî yaşamakla beraber, talebelerinin sık sık kendisini ziyaret etmeleri dolayısıyla tamamen yalnız bir hayat yaşamadı. 1057 yılında yakalandığı ve üç gün süren bir hastalıktan sonra vefat etti. Öldüğü zaman mezarı başında yetmiş kadar şairin mersiye okuduğu rivayet edilmiştir.
Ebü’l-Ala, iktisatla ömrünü geçirdi. Bir vakfın kendisine bağlamış olduğu 30 dinarla geçinerek resmî vazife almadı. Dünyaya pek ehemmiyet vermediği için sade elbiseler giydi. Eserlerinde, bilhassa tasarruf düşüncesiyle, daha çok mercimek, incir, arpa ekmeği gibi nebati şeyler yediğini yazar; ancak, hangi sebeplerle et yemeklerini yemediği sorularını cevaplamaktan ısrarla kaçındı. Et yememesi, yemek için hayvanların öldürülmesine karşı çıkması Hint kültürünün etkisinde kaldığına delil olarak gösterilmiştir. (Ahmed Ateş, “Ebü’l-Alâ Ma’arrî”, MEB İslam Ansiklopedisi, IV. Cilt, s. 71.)
Ebü’l-Ala, on bir bin beyitten oluşan El-Lüzumiyyat adlı eserinde bilgi, ahlâk, madde, Allah, ruh, zaman, mekân, siyaset ve sosyal hayata dair felsefi görüşlerini aktarmaktadır. Eserinde kendini fevkalâde cesur, bağımsız bir düşünür ve yüksek bir ahlâk hocası olarak göstermektedir. Bu eseri bir şiir mecmuasından çok, bir felsefe kitabı mahiyetindedir.
Eleştirilerindeki ifrat, ihtisas gerektiren meselelerde fikir beyan etmekten çekinmemesi, yaşadığı zamandan itibaren zındıklıkla itham edilmesine sebep olmuştur. Taraftarları, onun sadece dinî ve siyasî fikirlerinin ön plana çıkarıldığını ve bütün yönleriyle incelendiğinde daha iyi bir değerlendirmenin yapılacağını savunmuşlardır.
Ebü’l-Ala, bazı savunucuları tarafından ihtilâlci olarak kabul edilir. Onlara göre, bu ihtilâlci görüşlerini halkın nazarından kaçırmak için, dinî fikirleri ön plana çıkarılmıştır. (Sahban Halifat, “Ebü’l-Alâ el-Maarrî”, TDVİA, X. Cilt, s. 288) Din adamlarını, dinî konularla ilgili görüşlere körü körüne bağlanmakla suçlar. Fakih, muhaddis, tarihçi ve kelâmcı gibi din otoritelerinin ileri sürdüğü fikirlere itibar etmez. Sufi ve idarecileri tenkit edip onları cahillikle itham etmekten büyük bir zevk duyar. Dinî hayattan ziyade ‘ahlâkî (!) hayatı! ön plana çıkarır ve buna önem verir.
Dindar olup olmadığı tartışmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi de eserlerindeki çelişkilerdir. Bazı eserlerinde sofu bir Müslüman gibi görünmeye çalışır, ama bir çok İslâmî prensip ve ilkelerle alay etmekten geri kalmaz. İtikadının sağlam olduğunu göstermenin en önemli sebeplerinden bir tanesi, kendisini eleştirenleri susturma gayesidir. Çünkü, bazı imanî meseleler hakkında şüpheleri ve inkârı mevcuttur. Vahyi kabul etmez. Ona göre din, insan aklının bir ürünüdür. Ahirete inanmaz. Şiirlerinde, öteki dünya ile ilgili verilen bilgilerden şüphe ettiğini belirtir. Hatta, oradan birisinin gelmesini temenni eder. Çocuk yapmaya; onları sefaletlerle karşı karşıya bırakıp günah işlendiği iddiasıyla karşı çıkar. (Ahmed Ateş, s. 72, 73)
Ebü’l-Ala, Bediüzzaman tarafından “üdebâ-i İslâmiyenin meşhurlarından bedbînlikle mâruf Ebü’l-Alâ-i Maarrî” olarak vasıflandırılmıştır. Bediüzzaman şöyle demiştir: “... Ebû’l-Alâ-i Maarrî ve yetimâne ağlayışla mevsuf Ömer Hayyam gibilerin, o mesleğin (felsefe mesleğinin) nefs-i emmâreyi okşayan zevkiyle zevklenmesi sebebiyle, ehl-i hakikat ve kemâlden bir sille-i tahkir ve tekfir yiyip, ‘Edepsizlik ediyorsunuz, zındıkaya giriyorsunuz, zındıkları yetiştiriyorsunuz’ diye, zecirkârâne te’dib tokatlarını almışlar.” (Sözler, s. 500)
Bediüzzaman Hazretleri bir başka yerde ise Musa Bekûf’dan hareketle Maarri’yi “merdut” sıfatıyla anmaktadır: “Ebu’l-Âlâ-i Maarrî gibi merdut bir adamı muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan...” (Lem’alar, s. 273)
Ebü’l-Ala’nın destekçileri daha çok siyasî görüşlerini ve tenkitlerini ön plana çıkarırken, bu alanda haklı olabileceği hususları genele teşmil ederek hataya düşmektedirler. Siyasî idare ile ilgili söyledikleri bazı nefisleri okşarken, dinî konulardaki ehliyetsizliği ve haddi aşan eleştirilerine müsamaha ile bakılmaktadır. Ancak, dikkatlerden uzak tutulmaması gereken husus, eleştirilerin hakkaniyet ölçüleri dahilinde olması, hakaretten çok meseleyi aydınlatmaya yönelik olması, şahsî kin ve garazın karıştırılmamasıdır. Ebü’l-Ala yöneticiler için şunları söylemektedir:
Yöneticiler, velinimetleri olan halka zulmediyorlar ve onları aldatarak mallarını gasp ediyorlar. Maarri, idarecileri bozgunculuk, gasp, istibdat ve fasıklıkla itham eder.
Eserleri:
Ebü’l-Ala, manzum ve nesir olmak üzere yetmiş dolayında eser bırakmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Saktü’z-zend; hayatının ilk dönemlerinde yazmış olduğu şiirleri ihtiva etmektedir.
2. El-Lüzumiyyat; on bir bin beyitten oluşan divanıdır. Allah, ahlâk, madde, bilgi, ruh, siyaset gibi konuları işlemektedir.
3. El-Fusul ve’l-gayat fi temcidillah ve’l-meva’iz; Kur’ân-ı Kerim’e nazire olarak yazdığı iddia edilen eseridir. Taraftarlarınca, bu eserinin tahrif edildiği ileri sürülmektedir.
4. Mülka’s-sebil fi’l-va’z ve’z-zühd; gaflette bulunan insanların faniliğinden söz eden eseridir.
5. Zecrü’n-nâbih; kendisini dinsizlikle itham edenlere karşı yazdığı eseridir.
Okunma Sayısı: 10608
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.