Her sene olduğu gibi bu sene de 23 Nisan ‘Millî Egemenlik Bayramı’ ülkemizde, dış temsilciliklerde ve KKTC’de kutlandı.
23 Nisan 1920’de, milletin iradesini temsil eden ‘Birinci Büyük Millet Meclisi’ açılmış ve egemenlik ilân edilmiştir. Bu önemli tarihin sadece ‘çocuk bayramı’ yönünün öne çıkarılması ayrı bir tartışma konusudur.
Ne yazık ki “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” şiirleri okumakla meseleler hallolmuyor. Ülkemizin ve milletimizin ekonomi ve eğitim hayatı başta olmak üzere çok sayıda dertleri vardır ve bu dertlerin çareleri de sadece konuşmakla değil, çalışmakla bulunabilir.
Bu defaki ‘23 Nisan programları’nda şok edici bir hadise yaşandı. NTV canlı yayınına katılan bir öğrencinin, “Akademik olarak hayalin nedir?” sorusuna verdiği cevap sosyal medya başta olmak üzere hepimizi, 80 milyonu düşündürmelidir. NTV sunucusu, canlı yayına katılan bir öğrenciye gelecek planlarını sormuş. Öğrenci ise, “Almanya Köln Üniversitesi’nde tıp okumak istiyorum, ondan sonra da belki Alman vatandaşı olurum” cevabını vermiş. (NTV yayını, 23 Nisan 2019)
Böyle bir cevabı beklemeyen sunucu ise sözleri dolandırarak “23 Nisan’da hayallerimize hiç sınır koymuyoruz tabiî ki. Nerede okumak istediğine kadar karar vermiş öğrencimiz, sadece tıp okumak istemiyor, Köln Üniversitesi diyecek kadar da kararını vermiş bir öğrenci” demiş.
Bu cevap sosyal medyada çok sayıda paylaşılırken, esasında bir gerçeği de yüzüme çarpmış oluyor: Eğitim sistemindeki dert, tahmin edebildiğimizden daha büyük, daha derin ve çetindir!
Bakınız, Türkiye uzun yıllardan beri ‘beyin göçü’nü önlemeye çalışıyor. Ekseriyetle üniversiteyi bitirenler doktora çalışmaları için yurt dışına gider ve daha iyi şartlarla karşılaştıkları için Türkiye’ye dönmek istemezdi. Bir lise öğrencisinin verdiği bu cevap, beyin göçünün ya da niyetlerinin çok daha küçük yaşlara indiğini göstermiyor mu? Peki, çocuklarımız ve gençlerimizi bu duruma düşüren sebepler nelerdir? Böyle bir cevap verdi diye bir öğrencimize kızma hakkımız var mı? Kızılacaksa, kınanacaksa; bu çocuklarımız böyle düşündüren sebeplere, sisteme ve uygulamalara kızmak gerekir.
‘Beyin göçü’ meselesi elbette sadece bu günün meselesi değildir. Ancak idarecilerimiz, bu göçün tersine döndüğünü, yani başka ülkelerdeki başarılı isimlerin çalışmalar yapmak üzere Türkiye’ye geldiğini, ülkemizi tercih ettiğini dahi söylüyorlar. Çocuklarını ve gençlerini elinde tutamayan bir sistem, bir anlayış, bir uygulama ‘yabancı’ların Türkiye’ye gelmesini sağlayabilir mi?
Bir değil, bin defa düşünelim ve takkemizi önümüze koyalım: Bu anlayışla, bu uygulamalarla, insanları ve gençleri küstürerek ‘tersine beyin göçü’nü temin etmek mümkün değil.
“Peki ne gerekir?” sorusu sorup cevabını da birlikte bulmalıyız. Daha doğrusu, dünyanın bildiği ve kabul ettiği cevapları biz de kabul etmeli ve bilinen çareleri uygulamalıyız. Türkiye’yi ilim ve irfanda cazip bir ülke haline getirmek istiyorsak; hak, hukuk ve adalet yolunu tercih etmek durumundayız. Daha fazla hak, ya da fazla hukuk ve daha fazla adaletle ülkemizi bütün dünyanın cazibe merkezi haline getirebiliriz.
Yanlışta ısrar edip, “Bizim yaptığımız doğrudur. Giden gitsin. Gidenler kabahatlidir” anlayışı devam ederse bugün lise yıllarına inen ‘beyin göçü’ ihtimali yarın ilkokul seviyesine kadar inebilir. Bir millet için bundan daha feci ne olabilir ki?
Bayramlarda, seyranlarda, mitinglerde ve TV kanallarındaki hamaseti, boş övünmeyi bir yana bırakıp karşı karşıya olduğumuz gerçek dertlere çare bulalım vesselâm.