Millet ekseriyetinin ekonomiyi öncelediği, en başta ‘cep’e baktığı ‘mutfak’taki yangınla çok daha yakından ilgilendiği bir gerçektir.
Bununla birlikte mutfaktaki yangının söndürülebilmesi ve ‘cep’lerin rahata kavuşması da esasında ‘adalet ve hukukla mümkün’ olduğunu görmek gerekir. Ne zaman ki “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyebilecek duruma ve anlayışa kavuşur; o zaman mutfaktaki yangın da söner, ceplerimiz de rahatlar. Elbette bu anlayışa sahip olmak da sağlam bir eğitimle ancak mümkün olur.
Gazeteci yazar Taha Akyol, Enver Balta ve Hatem Ete’nin “Türkiye’de Demokrasi, Güvenlik, Devlet Algısı” başlıklı siyasi kültür araştırması verilerini yorumlarken dikkat çekici bir tespitte bulunmuş. “Son on yılda vahim surette geriye gittik” değerlendirmesini yapan Akyol, ilgili yazısında şöyle diyor: “Evren Balta ile Hatem Ete’nin araştırmasında bunun grafiği görülüyor; 1980 sonrasından 2010’a kadar yükseliş, sonra hızlı düşüş: ‘Özellikle 2013 sonrası halkı iki ayrı kamp olarak gören popülist ilkelere daha çok vurgu… 2016 yılından itibaren Türkiye’nin demokrasi eğrisi 1980 askeri darbesi dönemine son derece yakınlaşmış durumda.’ Cevdet Paşa yüz elli yıl önce amaç olarak ‘devlet-i muntazama’ yani düzenli devlet kavramını yazmıştı. 21. yüzyıldayız, kendimize soralım: Çağın neresindeyiz? Sadece ekonomimiz değil, siyaset de hukuk kültürümüz de çağın gerisindedir. Gelişmiş ülkelerin çok özendiğimiz refahına ve gücüne ulaşmanın yolu şu veya bu ideoloji değildir; denemediğimiz kalmadı zaten. Bu yol demokratik hukuk devletidir, hukuku ideolojilerden ve ‘biz’lerden üstün bir değer olarak benimsemektir.” (Karar g., 27 Mart 2022)
“2016 yılından itibaren Türkiye’nin demokrasi eğrisi 1980 askeri darbesi dönemine son derece yakınlaşmış durumda” tespitine iktidardaki siyasetçiler itiraz edebilecek mi? Muhtemelen itiraz edecekler, ama bu itirazları millet ve dünya nezdinde kabul görür mü? Demokrasi noktasında her geçen gün ‘geri’ye düştüğümüz inkâr edilebilir mi?
Ya da “Sadece ekonomimiz değil, siyaset de, hukuk kültürümüz de çağın gerisindedir” tespitine idareciler itiraz etse haklı çıkabilirler mi?
Esas meselenin ekonomi değil; hak, hukuk ve adalet olduğu acaba idarecilerimiz ne zaman anlayıp kabul edecekler? Gerçi en iddialı oldukları ekonomi meselesinde de sınıfta kaldıkları çoktan belli. Hukuk ve adalet yolunda ilerleyerek ekonominin de düzeleceğini görmeleri için acaba daha ne kadar bedel ödenmesi icap ediyor?
Ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerden çıkışın yolu, demokrasi ile taçlanmış hukuk ve adalet yoludur. Zaten adaletin ‘mülk’ün temeli olması bu sebeple değil midir?
Türkiye’yi idare edenler bir an önce aklın yoluna gelmeli ve hak, hukuk ve adaleti tesis etmeli vesselam...