Dünya savaşlarının çıkış sebeplerine bakıldığında işin temelinde “Benim mensup olduğum millet en üsttün millettir” anlayışının yattığı görülmez mi? “Bir ben, bütün dünyaya bedelim” ya da benzeri ‘ırkçı’ anlayışlar, ‘başka’larına hayat hakkı tanır mı?
Irkçı anlayışı ve ondan beslenen düşünceler, ülkelerin iç huzuru için tehlikeli olduğu gibi, dünya barışı için de büyük tehlike arz etmektedir. Ne yazık ki bu düşünceler, ‘zehir bal’ hükmünde olduğu için ilk bakışta ‘faydalı’ da görülebilir. Güya birlik ve beraberliği temin için çıkılan bu yol, uzun dönemde hem milletleri hem de ülkeleri parçalayan bir vasıta olur. Dünyaya hükmeden ‘ifsat komiteleri’ de bu durumu bildiği için her ülkede ve her millette bu yanlış düşüncenin zemin bulmasına çalışırlar. Bugün Avrupa, Amerika ve nihayet bütün dünya ülkelerinde ‘başkasını yutmakla beslenen’ bu zehirli dil, zararlı düşünce ve parçalayıcı anlayış hükmetmiyor mu?
Nitekim, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres de ırkçılığın her toplumda kurumları, sosyal yapıları ve gündelik hayatı zehirlemeye devam ettiğini söyleyerek isabetli bir teşhiste bulunmuş.
Guterres, “Uluslararası Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Günü” dolayısıyla BM Genel Kurulunda düzenlenen programda yaptığı konuşmada, “Irkçılık her toplumda kurumları, sosyal yapıları ve gündelik hayatı zehirlemeye devam ediyor. Irkçılık, kalıcı eşitsizliğin itici gücü olmayı sürdürüyor” ifadesini kullanmış. (AA, 18 Mart 2022)
Guterres, ayrıca hiçbir ülkenin hoşgörüsüzlükten ve nefretten muaf olmadığına dikkat çekerek, ırkçılığa karşı tüm devletlerin üstüne düşen görevi yapması gerektiğinin altını çizmiş.
Her ülkede ırkçı düşünceye sahip olanlar olduğu gibi, bu düşünceyle mücadele edenler de vardır. Dolayısı ile, toptancı bir anlayışla bir ülkeyi ‘ırkçı’ ilan edip, tamamını töhmet altında bırakmak isabetli olmaz. Bunun yerine, hür ülkedeki ‘irkçılık karşısında duran’larla el ele vermek ve bu ‘sari illet’e karşı beraber mücadele etmek icap eder. Mesela, Avrupa ülkelerinde yükselen ırkçı anlayışa karşı, en evvel bu ülkedeki ‘insaf ehli insanlar’ın itiraz ettiklerini görmüyor muyuz?
Gözden kaçmaması gereken bir mesele de, ırkçı anlayışa en fazla itiraz etmesi gerekenlerin Müslümanlar olduğu gerçeğidir. “Birisinin hatasıyla başkası mesul olmaz” emri ve anlayışı da zaten bunu gerektirmez mi? Nasıl olur da, ‘fena bir adam’ sebebiyle mensup olduğu topluluk, millet ya da devlet ‘kötü’ ilan edilebilir?
Peki, İslam aleminin önde gelenleri bu hususta gerekli hassasiyet ve gayreti gösteriyor mu? BM Genel Sekreterinin yaptığı açıklamanın on katı tesirinde açıklamayı ve beyanlar duyuluyor mu?
Irkçılığın panzehiri İslamın ‘ter-ü taze esasları’ndadır. O halde bu esasları dünyaya ilan etmek gibi bir vazifemiz de var...