Dünyanın sonunun ne zaman geleceği ve kıyametin nasıl kopacağını ancak Allah (cc) bilir, ama Hadis-i Şeriflerde bunun alâmetleri haber verilmiştir.
İsrafın artması ve insanların helâl ve haram demeden her şeyi sahiplenmesi bu alâmetlerden sayılmıştır. Mütedeyyin insanların ‘para’ ile olan imtihanı kaybettiğinden bahsedilir; ama asıl kaybedilenin ‘israf’ noktasındaki hassasiyet olduğu görülmez. Bin defa va esefa, (vah, esefler olsun, eyvah, çok yazık) olsun ki başka pek çok kötülük gibi israf da artık dost görülmeye başlandı.
İsraf, sadece parayı değil; sahip olunan her türlü imkânı boşa harcamak, bir bakıma ‘çöp’e atmak anlamına gelir. Sahip olduğumuz her türlü nimet, Allah’ın bize bir ikramıdır. Bu imkânları har vurup harman savurmak; nimetin hakikî sahibini de inkâr anlamına gelir. İsrafın yasaklanmasının bir hikmeti de bu olsa gerek.
İsraf niçin bu kadar şiddetle men edilmiştir? Risale-i Nur’da konu ile ilgili bir Hadis-i Şerif şöyle izah edilir:
“Rivayette var ki, ‘âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek.’”
Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “Filân adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir. İşte, “Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder” diye bu hadîs ihtar ediyor; “İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer” diye haber verir.” (Şuâlar, Beşinci Şuâ, 502)
İsraf edenlerin Deccal’in/Süfyan’ın damına, tuzağına düşecek olması sarsıcı bir ikaz değil mi? Hiç kimse, “Para benim param, imkân benim imkânım; istediğim gibi harcar, istediğimi yaparım” diyemez. Böyle bir anlayış, “Mal sahibi, mülk sahibi; nerde bunun ilk sahibi?” sorusunu da akla getirir.
Şahıslar için böyle olduğu gibi devlet imkânlarını harcama noktasında da bu böyledir. Hatta, ‘tüyü bitmedik yetimler’in hakları söz konusu olduğu için devlet imkânlarını sarf etmek çok daha fazla dikkat ister. “Yetki bende, istediğim gibi harcarım” denilemez. Türkiye’yi idare eden herkesin buna dikkat etmesi icap ederken, hak, hukuk, haram, helâl gibi kavramları bilen idarecilerin bin defa daha fazla dikkat etmesi gerekir. “Halife Hz. Ömer’in ‘devlet malı’ hassasiyeti” sadece camilerde anlatılan ‘tarihte yaşanmış bir kıssa’ olarak mı görülecek?
Geçmişte Osmanlı’nın yıkılış sebepleri arasında ‘saray’ları saymış olanların, bugün ‘saray’ sevdasına tutulmuş olmaları çelişki değil mi? Yoksa, başka zamanlarda olduğu gibi yine ibret alınmadığı için tarihin tekerrür etmesine mi şahit olunacak?
Hiç kimse, hiçbirimiz ‘israf’ı ve israf edenleri savunma hatasına düşmemeli. Kim yaparsa yapsın, israf israftır. Nasıl ki usûlsüzlük ve yolsuzluk; yapanlara göre hüküm almaz ve her halde yanlıştır, kötüdür, reddedilir. Aynen onun gibi israf da reddedilir, savunulamaz.
Maalesef, “Yolsuzluk yaptı, ama yol da yaptı” denilmesi gibi “İsraf etti, ama hakkıdır; ne yaparsa yeridir” diyenlere de rastlanıyor. Hakkın hatırını yüksek tutmayan bu anlayış, bir yönüyle ‘kıyamet alâmeti’ olsa gerek. İsraf ederek Deccal’in/ Süfyan’ın ‘tuzağı’na düşenlerin iflâh olması ve son tahlilde kazanması mümkün mü?
Mübarek gün ve geceleri vesile bilip duâ edelim: Allah’ım! Bizi Deccal’in/ Süfyan’ın ‘tuzağı’ olan israfa düşürme. Bizi, iktisattan ayırma ve mülkün hakikî sahibini unutturma. Amin...