Bir çoğumuz camilere ilginin azaldığını, dine karşı insanların soğuduğunu ve gençler arasında deizmin arttığını gözlemlemekteyiz.
Hoş olmayan bu durumun müsebbibi olarak; “dinin siyasete, çıkara alet edilmesi”, “etkili vaiz yapılmaması”, “Diyanet camiasının görevini tam yapmaması”, “imam ve hocaların mutteki olmamalarını”... gösterebiliriz.
Özelikle gençlerin; adaletsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve benzeri etkenleri ileri sürerek; Müslüman bir ülkede dindar bir iktidarı gördüklerinde, yanlışları dine mal edip dinden uzaklaştıklarını da diyebiliriz. Bazı kötü niyetli insanların da; Kur’ân ve Peygamberimiz’i (asm) incelemeden, İslâm dinini suçladıklarına da şahit oluyoruz. Cehaletin eseri olan bu durumlar ne acip, üzücü ve yanlış düşüncelerdir. Geçenlere tanıştığımız gençlerden biri resmî Kur’ân kursunda okuduğunu, eğitim esnasında hocaların yoğun siyasî propaganda yaptıklarını, bunun için camiyi ve namazı terk ettiğini söyledi.
Ben “Bu yanlış kimin suçu?” diye sordum. O, “Elbette dinin değil, kişinin suçudur” dedi. Ona “Namaz kılıp ve Kur’ân okuyan doğru olanı yapıyor. Kişi adalete, insan haklarına önem vermiyorsa o da yanlış yapıyor ve Allah’ın dinine uymuyor” dedim.
İbadette dinin direği namazdır. Muamelatta yani insanî ilişkilerde ise dinin direği adalettir. Selâm ve duâ ile.