Bu iktidar Tek Parti Dönemini her fırsatta eleştiriyor, ama ona benzer işler yapmaktan da kaçınmıyor. O zaman da parti devleti vardı, şimdi de parti devleti var. Ama onlar bir şekilde yok oldular. Bunlar için de aynı şey geçerli. Bir gün bunlar bitecek, demokrasi mücadelesi kazanacak.
RÖPORTAJ: NETİCE KÜBRA GÖRENTAŞ
Dünyanın hiçbir yerinde önce ceza, sonra yargılama diye bir hukuk düzeni olamaz
Her yıl binlerce on binlerce internet sitesindeki linkler erişime kapatılıyor. Bu noktaya geldik. Sadece gazetecileri göz- altına almak falan da değil, erişim engelleri getiriliyor, özellikle 17/25 Aralık’tan ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bazı radyo-televizyonlar da kapatıldı. Şimdi bunların bir kısmı tamam örgütle ilişkisi olabilir, suçları kanıtlanmış olabilir, ama biz hukuku savunmak zorundayız. Kararnameyle işten atılan, sürgün edilen insanlar, kapatılan radyo televizyonlar… Hep aynı şeyi söylüyorum; kardeşim bir örgüt, bir kişi suçlu olabilir. Ama dünyanın hiçbir yerinde önce ceza, sonra yargılama diye bir hukuk düzeni olamaz. Siz o radyo - televizyonları kapatıyorsunuz, o insanları işinden atıyorsunuz kararnameyle, diyorsunuz ki sen örgüt üyesi olmadığını kanıtla, sen suçlu olmadığını kanıtla. Böyle bir düzen olamaz ki, bunun adı hukuk değil. Evet o insanları ben de günahım kadar sevmeyebilirim, yanlış yaptıklarını düşünebilirim ki düşünüyorum da. Ama hukuksuzluk yapılmasına razı olamam.
KHK ile işinden atılan 150 - 200 bin insan var. Bunların hepsinin günahkâr olduklarını, suçlu olduklarını nasıl tesbit ettiniz? İnsanlar dilekçe veriyorlar komisyona, biz suçlu değildik, bizim örgütle ilişkimiz yok diye kanıtlamaya çalışıyorlar. Benim bildiğim evrensel hukukta ne olur? Yargılama olur, yargıda o kişinin suçlu olduğu kanıtlanır, yargı karar verir, ondan sonra ceza verilir. Maalesef Türkiye’de tersine bir mekanizma işliyor. Daha kötüsü o insanları toplumsal ölü haline getiriyorlar. Hayatın her alanından dışlıyorlar. O da yanlış bir şey. Yani o insana siz bir ceza verebilirsiniz, işinden atabilirsiniz, ama onun da sosyal bir varlık olduğunu kabul etmek durumundasınız. Ne yapacaksınız? Nasıl yaşayacak insanlar? Ben onların görüşlerine katılmam, ama haklarını, hukukunu savunurum, işim bu benim.
Basın kartı ve gri pasaport, resmî ilân, akreditasyon gibi konulardaki ayrımcı uygulamalar için ne düşünüyorsunuz?
Bu keyfilik ve hukuksuzluk basın kartları konusunda da aynen devam ediyor. Bir keyfilik var orada. Ben istersem veririm, istemezsem vermem gibi bir düzen var. Öncelikle şunu söylemek durumundayım, ben temelde, basın kartının, daha doğrusu gazetecilerin gazeteci olduğuna dair kimliğin devlet tarafından verilmesine karşıyım. Bunu bizim meslek örgütlerimizin vermesi gerekir. Kimin gazeteci olup olmadığına bizim meslek örgütlerimizin karar vermesi doğru olur. Bir gazetecinin gazeteci olup olmadığına meslek örgütümüz karar verirse o zaman yaptırım da uygulayabilir. Yani gazetecilik dışı, ilkelere aykırı bir şeyler yapıldığında yaptırım da yapabilir. Bu ülkede mühendislerin, mimarların odaları var, avukatların, doktorların yasal olarak tanınmış birlikleri var, ama gazetecilerin yok. Devlet onlara basın kartı veriyor. Sen gazetecilik yapabilirsin deyip izin veriyor ya da vermiyor.
Yüzlerce basın kartını iptal ettiler
Yine de her şeye rağmen eskiden bunun belli ölçüleri vardı ve gazetecilik kuruluşları da basın kartları komisyonunda temsil ediliyorlardı. Dolayısıyla o belirli çerçeve içerisinde herkese hak ediyorsa o kart veriliyordu. Şimdi Başkanlık sisteminde bunu öylesine değiştirdiler ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı isterse veriyor, istemezse vermiyor. Sizin örneğinizde olduğu gibi epeyce insana da incelemede deyip geçiştiriyorlar. Neyi inceliyorsun kardeşim? Ve yüzlerce basın kartını da iptal ettiler.
Yıllardır bu mesleği yapan birçok gazeteci arkadaşımıza bu kart verilmiyor. Basın kartı verilmemesi pratikte çok işlevsel değil, ama sahada gazetecilik yapan arkadaşlarımız, sizler için çok önemli, kendinizin gazeteci olduğunu kanıtlamanız için. Gazeteciler gözaltına alındığında, hapse atıldığında şöyle bir savunma yapıyorlar; onlar gazeteci değil, çünkü basın kartları yok. Hem basın kartını iptal ediyor, hem de o gazeteci değil ki diyor. Böylesine bir karmaşık düzen sürüp gidiyor.
Akreditasyonlarda da benzer durumlar yaşanıyor.
Akreditasyon zaten özgür gazetecilikle asla bağdaşan bir şey değildir. Akreditasyon dediğiniz sistemin aslında gazetecilerin çalışma şartlarını kolaylaştıracak bir sistem olması gerekir. Özel konferanslarda ya da Cumhurbaşkanlığı gibi özel yerlerde çalışmayı kolaylaştıracak bir sistem olması gerekir. Ama burada tamamen engel haline geldi. Gazetecilerin kurumlara, kuruluşlara girmelerini engelleyen, sadece seçilmiş gazetecilerin o işi yapabilmelerini sağlayan bir sistem bu. Akreditasyonun kendisi basına sansür girişiminin, baskının bir aracı haline geldi.
Tarihte bu yanlışlarıyla birlikte anılacaklar İktidarın kontrolü altında tekelci ve ayrımcı bir medya yapılanması sürdürülebilir mi?
Tek Parti Dönemi’nde ne kadar sürdürüldüyse burada da öyle sürdürecekler her halde. Gerçi bu iktidar, Millî Şef, Tek Parti Dönemi’ni her fırsatta eleştiriyor, ama ona benzer işler yapmaktan da kaçınmıyor. O zaman da parti devleti vardı, şimdi de parti devleti var. Ama onlar bir şekilde yok oldular. Bunlar için de aynı şey geçerli. Bir gün bunlar bitecek, demokrasi mücadelesi kazanacak. Ve bunlar da tarihte bu yanlışlarıyla birlikte anılacaklar. Böyle anılmak istiyorlarsa kendileri bilirler. Ama bunu sonsuza kadar sürdüremeyeceklerini, bunun sürdürülebilir olamadığını bilmek zorundalar.
İktidardaki insanları eleştirerek onlara kötülük yapmayız
Üstelik Tek Parti Dönemi’nde olduğu gibi bir dönemde değiliz. Teknolojik olarak insanlar artık dünyanın her yerindeki her şeye ulaşabiliyorlar. Hem de yeni mecralar var. Dolayısıyla bir şeyleri saklamaya, örtmeye çalışsalar da insanlar öğrenebilir. Onların medyayı baskı altına almaya çalışmaya değil de tam tersine ülkenin sorunlarını çözmeye zaman ayırması gerekiyor. Ülkeyi yöneten insanların şunu unutmaması gerekir; bizler gazeteciler olarak, siyasî iktidardaki insanları eleştirerek onlara kötülük yapmayız, iyilik yaparız. Çünkü bir insanı eleştiriyorsanız o insanın hatalardan arınmasını istediğiniz için eleştirirsiniz. Hatalarını düzeltmesini istediğiniz için eleştirirsiniz. Bir siyasî eleştirilmediği zaman hata yapar. Nitekim bu iktidar hata yapıyor ve hataları da düzeltme imkânı olmuyor. Çünkü iktidara medya‘ya bir dakika, şurada yanlış var şurada eksik var’ diyemiyor, demiyor. Dolayısıyla hatalarla gidiyor. O zaman gücün şehvetine daha çok kapılırsınız. Kimse eleştiremiyor, kimse konuşamıyor. ‘O ben neymişim’ der gidersiniz. Ama bir gün duvara çarparsınız sonuçta. O zaman sadece kendinize değil de bütün ülkeye zarar verir.
Sosyal medya başta olmak üzere alternatif mecraların öne çıktığı internet çağında geleneksel medyanın geleceği hakkındaki öngörünüz?
Bazı basılı gazeteler tablet formatında yayınlanmaya başlanmıştı. Ben çok umutlandım, gazeteler dijital ortamda tablet formatında insanlara ulaşacak diye. Fakat birden cep telefonları büyüdü ve tabletler yok oldu, tablet gazeteciliği de bitti. Teknoloji öyle bir şey, çok hızlı dönüşüyor. Gelecekte nasıl olacağını bilmek şu anda mümkün değil, ama dijital mecraların baskın çıkacağı belli. Gazetecilik o mecralarda olacak ve daha hızlı, daha hayatın içinden gazetecilik olacak gibi görünüyor. Özellikle etkileşime çok açık... Ben 1980’lerde gazeteciliğe başladığımda telefon bile çok zordu, şehirler arası telefon da çok zordu. İnsanlar genellikle mektupla falan ulaşıyorlardı, tepkilerini söylüyorlardı. Bir hafta sonra falan geliyordu. Şimdi gördüğünüz gibi maille anında tepkisini iletiyor okur, izleyici ya da sosyal medyadan iletebiliyor. Etkileşime çok daha açık bir gazetecilik... Bütün bunlar gazeteciliği dönüştürecek mutlaka. Daha toplumun içinde, daha sorun çözücü, daha hızlı, daha dinamik bir gazetecilik geleceğini düşünüyorum. Elbette geleneksel gazeteciliğin temel ilkeleri, temel yöntemleri değişmeyecek. Yani biz o zaman da haberde 5N1K’yı arayacağız. O zaman da kardeşim ayrımcılık yapmayın, nefret söylemine destek vermeyin diyeceğiz tabiî ki.
Pandemi dönüşümü hızlandıracak
Dünyada basılı gazeteler Türkiye’deki kadar hızlı erimiyor. Bizde çok daha hızlı eriyor. Onun nedeni de tabiî ki güvensizlik, işlevsiz hale gelmesi, insanlara bilgi vermemesi ve farklılaşmaması. Birbirlerinden farkı yok zaten. Yani ben Tayyip Erdoğan’ın çok büyük bir hayranı olsam da onun konuşmasını televizyonlardan dinlemişken ya da internetten okumuşken ertesi gün niye gazetelerin birinci sayfalarından bir daha okuyayım ki? Ya da aynı şey Kemal Kılıçdaroğlu için de, diğer partiler için de ya da siyaset dışı insanlar için de geçerli. Farklılaşmış değiller, insanlara aynı şeyleri, hatta aynı başlıklarla veriyorlar. İkincisi bir de pandemi meselesi çıktı. Biliyoruz ki Türkiye’de geleneksel medyanın tüketicileri daha yaşlı insanlar. Kâğıt kokusunu seven kuşak. Bu kuşağın bir bölümü 65+ yaştaki insanların ev hapsinde tutulmasıyla son iki, üç aydır evlerinden çıkamadı ve çoğu gazeteye ulaşamadı. Ankara’da dağıtımla ilgili çabalar oldu, ama Türkiye’nin her tarafında bu olmadı. Dolayısıyla kendi kâğıtlarından uzaklaştılar. Gazete okumak bir alışkanlıktır, bu alışkanlığı yitirirseniz yeniden dönmeniz zor olur. Sanırım o kuşağın bir kısmı internetten gazete okumaya da alıştı, bir kısmı televizyona döndü yine. Ben pandemi sürecinin de kâğıt gazetelerin erime sürecini hızlandırabileceğini düşünüyorum.
Dijital abonelik veya okur bağışları
Geleneksel medya genellikle reklâm gelirlerine ve gazete satışına bağlı olarak yaşıyor. Ve üçüncüsü Türkiye’de bir de resmî ilânlara bağlı olarak yaşıyor. Şimdi bunu aşmanın yeni yöntemleri çıkıyor ortaya. Okuru, internet üzerinden dijitali okuyarak, dijital abonelikle para verecek bir noktaya getirmemiz gerekli. Ya da dijital abonelik değilse bile küçük bağışlar yoluyla var olacak. Bu bir yandan kötü bir gelişme olsa da diğer yandan gazetecilik için umut verici bir gelişme. Çünkü biz gazeteciler reklâm kaynaklarına bağlı olmaktan çıkarsak, resmî ilânlara bağlı olmaktan kurtulursak o zaman gerçekten kamu yararına faaliyet göstermek konusunda daha bağımsız olabiliriz. Tek yükümlülüğümüz okurumuza olur, öyle olması gerek zaten. Ama bütün medya kuruluşları bu dönüşümü sağlayıp sadece okurdan, izleyiciden gelir elde edecek duruma gelecek mi onu yaşayıp göreceğiz tabiî. Dünyada başarılı örnekleri var.
Sosyal medya ve etkisi konusunda neler söylemek istersiniz?
Bu siyasî iktidar Gezi eylemlerinden bu yana sosyal medyayı da düşman alanı olarak ilân etti. Oraya karşı bir takım formüller geliştirmeye çalışıyor. Öncelikle trol ordusuyla müdahale etmeye çalıştı. O da yetmedi şimdi son olarak Meclis'te bir yasa girişimi oldu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, Sosyal Medya Yayın İlkeleri Kılavuzu hazırladı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bir kılavuz hazırladı. Özellikle bu sosyal medyaya yönelik bir önlem, bir hazırlık içerisindeler. 'Yeşil Toplar'la ilgili girişimleri zaten başarısızlığa uğradı. Top dönüp kendi kalelerine girdi. Başak Demirtaş olayında Başak Demirtaş'a cinsel tacizde bulunan şahsiyet, hesabın üzerine 'Yeşil Top' koymuş olmasaydı kimse iktidar partisini suçlamazdı. Ama onu koyunca, 'kardeşim bir dakika hani ilkeler diyordunuz, bakın bu da demek ki sizden' dendi doğal olarak. Sonuç olarak kaldırıldı. Ama ardından siyasî iktidar, sosyal medya ile ilgili yasa teklifini Meclise getirdi ve görünen o ki çıkaracak.
Evet, şu doğru; sosyal medyada yalan doğrulardan önce ilerliyor. Bazı manipülatif bilgiler yayılıyor, yanlışlıkların olduğu biraz kirli bir alan. Ama aynı zamanda insanlara ifade özgürlüğü tanıyan, bilginin hızlı dolaşımını sağlayan da bir alan. Dolayısıyla her zaman bir gazeteci olarak önlemler mi, özgürlük mü dediğinizde ben özgürlüklerden yana olurum. Bizim önümüzdeki dönemde sosyal medyaya ilişkin özgürlükleri de savunan bir noktada olmamız lâzım.
Evet, yanlışlıklara karşı çıkalım, ama özgürlükleri koruyalım noktasında olmamız gerekli.
SON