Çağımızın büyük gönül sultanı ve Roma Üniversitesi Türkoloji kürsüsü başkanı Ord. Prof. Anna Masala’nın ifadesiyle “Çağın Mevlânâsı”, “El-ulemâü veresetü'l-enbiya” 1 sırrınca asrımızın en büyük peygamber varislerinden Hz. Bediüzzaman Said Nursî, aziz Konya’mıza çok büyük önem vermiş ve buraya intikal ve gelmek için çok zeminler ve imkânlar aramıştır. O dönemin bahtiyar ve kahraman Nur talebeleri, kendilerinin gelmeleri için müteaddit kereler ziyaret edip dâvet etmişlerdir. Saniye ve dakikaları boş geçmeyen ve türlü tarassut ve tazyikat altında bulunan Hz. Üstad ise Konya’ya gelmek için söz vermiştir.
Nitekim bir mektubunda diyor ki:
“En mühim bir mahkemede son sözüm olarak ‘Mahkeme-i Kübrâya Şekvâ’ namıyla yazılan ve Tarihçe-i Hayat’ta birkaç defa neşrolunan ve mahkemede iken Ankara makamatına, Temyiz Mahkemesine ve mahkeme reislerine gönderilen şekvânın sebebi, o hadisenin acip, garip, küçük bir nümunesi bu defa aynen başıma geldiği için, o ‘Mahkeme-i Kübrâya Şekvâ’ya bir haşiyecik olarak beyan ediyorum:
İki gün evvel, çok müştak olduğum ve eski zamanda Anadolu medrese-i ilmiyesi hükmünde olan Konya’ya üç sebep bahanesiyle;
Biri: İki hakikatli Nur kardeşim fakir halleriyle beraber büyük bir masrafa girip İzmir mahkemesine gitmişler. Dönüşlerinde yanıma uğradılar. Ben de onları kısmen masraftan kurtarmak için, hususî otomobilimle Konya’ya kadar beraber almak;
İkincisi: On beş sene benim yanımda okumuş ve yirmi seneye yakın müftülük etmiş ve kırk seneden beri bir tek defadan başka görmediğim ve bütün kardeşlerim, akrabalarım içinde hayatta bir o kalmış olan kardeşimi ve çocuklarını ziyaret etmek ve onlarla görüşmek.
Üçüncüsü: Eski Said’in ve Yeni Said’in mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risâle-i Nur’la alâkadarlıkları cihetiyle çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi mühim bir üstadım olan Mevlânâ Celâleddin’i ziyaret için gitmiştim.
Hem, Tarihçe-i Hayat’ta insanlarla görüşemediğime dair neşredilen yazı ki, ‘Ziyaretçilerle görüşemiyorum.’ Nasıl ki, hediyelerden men etmek için Cenâb-ı Hak hastalık verdiği gibi, bu hürmetkârâne ziyaret de bir nevî hediye-i mâneviye olduğundan, sesim kesilip bir eser-i inâyet olarak konuşmaktan men olunduğumdan kardeşimin evine dahi gidemedim ki, konuşmayayım. Hiç olmazsa Konya’da iki üç gün kalmak zarurî iken mecburî olarak bir saat içinde namazımı kılıp dönmüşüm. Fakat orada bana birdenbire öyle bir vaziyet verildi ki, bütün gazetelerde neşrettiler. Kırk senedir bir defadan başka görüşmediğim kardeşimin evine dahi gidip görüşemediğim ve konuşamadığım halde, sanki binler adamlarla görüşmüşüm gibi muamele gördüm.
Gerçi, polislerin, aldıkları emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv idi. Fakat bu şiddetli hastalıklı halime muvafık geldiği için onlardan sıkılmadım. Bilâkis helâl ettim. Allah razı olsun dedim, teşekkür ettim. Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduğum için, yazın dağlarda, kışın da kira ettiğim ayrı ayrı menzillerde gezmeye mecbur oluyorum. Bir yerde duramıyorum. Hastalığım şiddetleniyor. Niyet ettim, tekrar ara sıra Konya gibi yerlere gideceğim. Hattâ kirasını verdiğim Emirdağı’nda iki menzilim, Eskişehir’de bir menzilim varken, o mânâsız vaziyet beni o tebdil-i havadan, o menzilleri ziyaret etmekten men edilmeme sebep olduğunu Konya’daki vaziyetten hissetmiştim. Ben kat’iyen kimseyle görüşemiyorum. Bunun gibi, âdetim hilâfına bana yapılan çok gayr-ı kanunî muameleler var.
İşte bu defaki mezkûr vaziyeti beyan eden şu ifâdâtım evvelce yazılan ‘Mahkeme-i Kübrâya Şekvâ’ya bir zeyil olarak neşredilebilir. Said Nursî” 2
Hz. Bediüzzaman vefatına (23 Mart 1960) yakın, çok kısa zaman seyli içinde “Ankara, Konya ve İstanbul’a bir mânâda veda ziyaretleri yapar ve oradaki mânâ sultanlarıyla vedalaşır. Bunun bir tanesi Konya’nın her şeyi olan ve Hz. Bediüzzaman’ın “Üstadım” tabirini kullandığı3 Hz. Mevlânâ’yı ziyaret etmesidir. Ziyaret iki defa olmuştur.
BEDİÜZZAMAN'IN KONYA'YA İLK GELİŞİ
Ankara’ya 1959 senesi Kasım ayı ziyaretinden sonra Konya’ya teşrif ederler. 9 Aralık 1959 Çarşamba günü Mevlânâ Türbesi karşısına gelmiştir. O gün çok cihetlerle Hz. Üstadın geleceğini Konya gönül dostları haber almıştır. Sultan Selim Camii ile Türbe civarı, sabah erken saatlerden itibaren dolup taşmaya başlamış, polisler de, meydanı muhafazaya alınca, gelip geçenlerin dikkatlerini celbetmiş ve alan, daha da kalabalıklaşmıştır. Maalesef o dönemin içişleri bakanı Namık Gedik’in emri ile Konya’nın umum zabıta kuvveti orada vazifelendirilmiş, Türbe meydanını saran atlı veya yaya polisler, camiden çıkanlarla, cadde ve sokaklardan geçenleri itekleyip kakıştırarak etrafa dağıtmışlardır.
Üstadın taksisi, Türbe kapısının karşısında ana caddede durmuş ve bir müddet oradaki ahali, meydanda duran Üstadın arabası ile, haşin tavırları içindeki polislerin hareketlerine seyirci olmuştur. Koca Sultan arabanın içinde iken, onu kimse ile görüştürmek istemezler ve yanına da yaklaştırmazlar. Halbuki öz kardeşi Abdülmecid’in evi bile, meydana çok yakındır.
Bu zorbalık içerisinde, Üstad arabasından iner, namazını kılmak için, camiye, doğu kapısından girerek namazını kılıp, sonra camiden çıkıp Türbeye girer. Hz. Mevlânâ’yı ziyareti müteakip yine otomobiline biner ve o yorgun hali ile ve hiçbir kimse ile görüştürülmeden, geldiği yere, yani Isparta’ya dönmek zorunda bırakılır. Ve Üstad da, halkın şaşkın bakışları karşısında ve yine bir zabıta ekibi refakati ile, sokaklara dolup taşan insan kalabalıkları arasından sükûnetle, sessiz, sedasız geçip gider.
İKİNCİ GELİŞ
Bu teşriflerinin tarihi Ocak 1960’ı göstermektedir. O tarihlerde ve küçük yaşımda ancak selâmlaştığım Hz. Bediüzzaman’ın gelişini ve olayları, kardeşi ve büyük alim Abdülmecid (Ünlükul)4 Efendiden ve Mevlânâ Türbesi önündeki evinin kapısında Hz. Üstadın elini öpen merhum amcam Abdülaziz ve halam F. Özkardeş’ten ve Abdülbaki Arvasi’den ve Abdülmecid Nursî’nin hanımı Rabia Ünlükul’dan ve kızları Saadet Kaynak’tan ve Hz. Üstad’a gönül veren Konyalı ağabeylerimden aktarmakta ve müşahedelerimi takdim etmekteyiz.
5 Ocak 1960 Salı, ikindi vaktinde gelirler. Çok kişilerin muhtelif intibaları vardır. Zamanla belki bir kitapçık da olabilir. Özetle şudur. Buradaki Nur Talebeleri "Size bir medrese tarzında bir ev tahsis edeceğiz ve tutacağız" derler. Hz. Üstad geldiğinde o ev ve dershane daha tutulmamıştır. Bu itibarla Hz. Üstad adres gösterilen bir ağabeyimizin evinde (M. Kırıkçı) ve yatak karyolalarının üstüne namaz seccadesini koyarak, bir saat kalır ve akabinde teşekkür ederek, o evden ayrılır. Bunun tafsilatı Son Şahitler kitabında Av. Bekir Berk’in hatıralarındadır.
Akabinde Üstad Hz. Mevlânâ Türbesine gelir, yine her taraf polis kordonu altında, Hz. Bediüzzaman ikindi namazını Sultan Selim Camii’nde kılar ve polislerin ricası üzre tek başına Hz. Mevlânâ dergâhına girer. Ve şimdiki türbenin ayakkabılık bölümünün önündeki mermer sütunun önünde durur ve ellerini açarak duâya başlar. Duâsı biraz uzayınca arkasında takip eden Konya emniyetinden asayişten sorumlu komiser polis Mahmut Babadağlı 5 Hz. Üstadın omzunu elleyerek “Hoca efendi hoca efendi duânı kısa kes” terbiyesizliğinde bulunur. Ne gariptir ki Feyzi Halıcı Ağabeyimiz de o anda oraya gelmiş ve bu manzara karşısında bağırarak “Mahmut, Mahmut bırak hoca efendiyi, çek ondan ellerini, görmüyor musun şu anda Hz. Üstad, Hz. Mevlânâ ile görüşmektedir” der ve polis ellerini çeker. Hz. Bediüzzaman ise polise döner gayet mütevazi olarak “Kardaşım biz kalıcı değil artık gidiciyiz” der.
Türbeden çıkan Hz. Bediüzzaman arabasına biner ve karşı sokaktaki kardeşi Abdülmecid Efendi’nin kapısına varır bütün ısrarlara rağmen eve girmez ve orada kardeşi Abdülmecid Efendi’ye der ki: “Benim vefatımdan 7 sene sonra vefat edeceksin” ve dediği aynen çıkmıştır. Ayrıca yengesi Rabia Ünlükul Hanımefendinin yaptığı çorbadan bir çay tabağı içinde birkaç kaşık içmiştir ve yengesine hitaben “Rabia hiç kimsenin çorbasını karşılıksız içmedim, ama seninkini içiyorum; hakkını helâl et, belki bir daha görüşemeyiz” derler ve gidiş o gidiş.
ÜÇÜNCÜ GELİŞ
Vefatından bir gün önce Şanlıurfa’ya Hakka vuslata giderken Konya ve Hz. Mevlânâ ile arabalarının içinden selâmlaşmışlar ve kimsenin haberi yokken, gece karanlık ve şiddetli yağmur içinde çok ağır hasta halinde geçip gitmişlerdir ve 23 Mart 1960’ta vefat gerçekleşir.
Abdülmecid Efendi, çok sevdiği Üstadı ve ağabeyinin vefat haberi üzerine 1960 senesi Nisan’ında“Eyyühe'l-Üstad” başlığı altında yazdığı şaheser şiirinde, bütün zerratının ihtizaza geldiğini, gönül ve kalbinin nasıl bir ateşle yandığını müşahede etmekteyiz.
EYYÜHE'L-ÜSTAD!
Kutlu olsun, mutlu olsun sana şu âlî makam,
Bu makam oldu sana elbette berden ve selâm.
Öksüz kalan Nurcuların, ağlar-öter subh u şam.
Okur sana yetimlerin, binler duâ, binler selâm.
Her zaman yâd-ı cemilindir, bezm-i vird-i zeban,
Kalb senindir, dil senindir, dildesin sen her zaman.
Urfa’nın topraklarında değildir salar-ı yemin.
Pek sıcak Nurcuların kalbindedir serdâr-ı yemin.
Sana olsun binler selâmlar, bizim ey rehberimiz!
Bizleri unutma ey âlicenab önderimiz.
Noktasız kaldı gözü, tersine döndü feleği
Ankara radyosu yaydı, en kara bir haberi,
Kalbi deldi, ruhu ezdi, yaktı-yıktı her yeri...
Ey mezarcı! O makamda bize de kaz bir mezar,
Olalım nazik Said’in komşusu leyl ü nehâr.
Ey mezarcı! Göm bizi de şu Said’in kabrine.
Firkatin dayanamaz, Nurcu olanlar kahrine.
Katılsın zerrâtımız, âlem-i berzahda keza,
Sarılsın birbiriyle ruhlar ilâ yevmi’l-cezâ.
Dâr-ı dünyada Said’i bizden ettinse cüda,
Dâr-ı âhirde beraberce haşret ey Hûda
Dünkü hâl oldu hayâl, geçti visal, geldi zeval,
Bizleri Üstadımızla haşret Yâ Zülcelâl!
Abdülmecid Ünlükul (Nursî) 6
Dipnotlar:
1- Buharî, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.
2- Emirdağ Lâhikası.
3- Mesnevî-i Nuriye ve Mektubat.
4- Bediüzzamanın kardeşi Abdülmecid Nursî (Ünlükul) Y. As. Neş. Halil Uslu.
5- Bu polis emekli olunca Muhacir pazarı civarında bir içki dükkânı açtı ve dükkânın içinde kalp krizi geçirerek öldü.
6- Bediüzzamanın kardeşi Abdülmecid Nursî (Ünlükul) Y. As. Neş. Halil Uslu.