Maksadımız bir şeye itiraz değil, bir hakikati tespit olduğundan; okuyucularımızın, mülâhazalarımıza hissî yaklaşmayacaklarını ümit ediyoruz.
Kudüs veya İsrail meselesini doğru okuduğumuzda (Birinci Dünya Savaşı, M. Kemal ve Balfour Anlaşması), Türkiye’nin geçmişten gelen probleminin Filistin’le bağlantılı olmadığını göreceğiz. Suriye’yi, Irak’ı ve İran’ı en az bizim kadar ilgilendiren Kürt Meselesi ile ilgili sorunların da dışarıdan organize edildiğini, Batı Asya’daki barışı temin edecek ittifakları engellemek üzere, savaş taraftarı emperyalistlerce veya küresel Marksistlerce, Osmanlı bakiyesi Türkiye’nin bölgesel barış temsilciliğine kastedildiğini biliyoruz.
Bağdat’ı mihver edinen bölgesel barış teşebbüsünü akim bırakanları bilemeden; söz konusu dörtlüyü alâkadar edecek kalıcı bir ittifaktan bahsetmek abesle iştigal olur… İsrail üzerinden bölgeyi terörize eden Barzanileri, İslâmiyet’e bedel Arap ırkçılığını programlarına alan Baasçıları, Irak hükümetini katliamlarla deviren Henry Kissinger’ın bölgedeki tetikçilerini ve siyasete bulaşarak hem kendisine, hem de masumlara bela getiren bir kısım İhvan’ı hatırlamadan, Türkiye Demokratlarının girişimleriyle 1955’te kurulan Bağdat merkezli CENTO’nun akıbetini de anlayamazsınız.
Cumhurbaşkanımız Kudüs mihverini seslendiriyor.
Kendileri, terör devleti İsrail’in, –sıkışmasına– rağmen– küçülen dünyamızda, mahiyeti meçhul İbrahimî anlaşmaları dahi dinlemediğini görüyor. “Benî İsrail” kimliğini İbrahimî kimliklerden üstün tutan buradaki Yahudîlerin, İngiltere’nin organizesiyle Filistin’e geçici olarak yerleştirildiklerini de biliyorlar. İki yüz seneden beri Âlem-i İslâm ve insaniyet zararına çalışmakta olan İngiltere’nin şemsiyesi altındaki hiçbir girişimin Müslümanlara yarar sağlamayacağını da biliyorlar.
“Neden ‘Kudüs İttifakı’ ifadesi tercih ediliyor?” derseniz, bunun sebebi, AKP’nin Siyasal İslamcılığını sempatizanlarına göstermek ve bölgede kalıcı barışın muhalini talep (Filistin’in yalnızca Müslümanlara ait olduğu telâkkisi) ile müttefiki olduğu Neoconlara ve Neoliberallere bölgesel çatışma fırsatı vermektir.
Filistin İbrahimî ise; bilmecburiye üç dinin yerli temsilcileri söz sahibi olacaklardır. Filistin’in bağımsızlığından ziyade Kudüs ve Mescid-i Aksa manalarının öne çıkarılması, buradaki kalıcı barışı zorluyor. Hele “Osmanlı” ibaresini de kullandığınızda, zamanın siyasî realitelerinden tamamen kopmuş oluyorsunuz.
AKP kurmaylarının Şam-ı Şerif’i ittifak için mihver seçiminden kaçınmaları önemli bir ayrıntı… Siyasal İslâmcıların yakın geçmişteki bir günahı da, Neoconların oyunlarına gelerek Şam’a saldırmaları değil mi? 2011’e gittiğinizde, onları bazen IŞİD’le aynı saflarda göreceksiniz. IŞİD’in Neocon’larca Obama döneminde Pentagon ve CIA nezaretinde kurulduğu, mükerrer defa söylendi ve yazıldı. Suriye iç savaşının, diğer bir tabirle “Arap Baharının, bu parçalarıyla tarihçesini, kahramanları ve hadiseleriyle Yeni Asya’nın o dönemdeki arşivinde bulabilirsiniz. Hem İhvan’ın siyasî kanadı, hem de AKP kurmayları, Şam-ı Şerif meselesindeki mahcubiyetlerini biliyorlar.
Şam-ı Şerif’i deccaliyete (Neocon-Neoliberal ittifakının desteklediği tüm güçlere) karşı, Rusya’nın ve İran’ın yardımlarıyla müdafaa eden ve ülkesinin bütünlüğünü koruyan Beşşar Esad’ın rolu unutulmamalı. Ve bundan böyle Ortadoğu’da barış masası kurulacaksa, yeri Şam olacaktır. Konferansa, adaletli temsil ölçüleriyle çağrılacak ilgili milletler, “Lebbeyk” diyeceklerdir. Şimdilik birbirlerine dargın olan ve yarın yekdiğerine ne denli muhtaç olduklarını idrak edecek İran, Irak, Suriye, Türkiye ve buralardaki Kürtler, Farslar, Araplar ve Türkler; Şam merkezli paktlarını kurup, birlikte geçmişteki medeniyetlerini yeniden ihya edeceklerdir.
Bir nokta daha kaldı… İran’ın “Siyasal Şiası” başta olmak üzere; HAMAS’ın, İHVAN’ın ihtilâlci kanadının, Hizbullah’ın ve Türkiye Siyasal İslâmcılarının Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı kendi siyasetlerinde istismarları, Müslümanlara yalnızca acı, göz yaşı ve kan getirmiştir. Ümmetin bundan ders çıkarma zamanı geldi de geçiyor.
“Siyasal İslâmcılık”, “ümmetçilik”, “Osmanlıcılık” gibi tabirlerin; küresel barış, demokrasi, İslâmiyet ve insaniyet karşıtlarınca ortaya atıldıklarını biliyoruz. ABD’ye ve AB’ye rağmen, Küreselcilerin yardımlarıyla dünya siyasetini karıştıran İngiltere’ye güvenen AKP kurmayları, yanlışlarının bedelini milletimize ödetmeden, olması gereken yere dönmelidirler. Dost ve kardeş tavsiyesi…