Aklı şahıs olan bir sistemin zararları ancak aklı kanun olan bir sistemle, yani demokrasi ile giderilebilir.
Tek akıldan çıkan kararların verdiği zararlar görüldükçe daha doğrusu zarar herkesin kendi nefsine dokundukça demokrasinin iyilikleri aranır oldu. Bu nedenle istibdadın zararlarının ancak demokrasi ile giderilebileceğini anlayanlar hızla demokrasiye koşuyor.
Demokrasinin güzelliklerinden bahsedilerek tüm eksiklerine rağmen demokrasinin işletilmeye çalışıldığı zamanlar özlem ve hasretle anılıyor. Avrupa ülkelerinde demokrasinin sağladığı hak ve özgürlüklerden keyifle bahsediliyor. Esas itibari ile adalet, hukuk, hürriyet, insan hakları gibi ilkelerini dinimizden iktibas ederek demokrasi ismi altında bu güzellikleri toplayanlarla ittifak halinde olup olmama tercihi ülkemizin yönünü belirliyor. Bu konuda kafaları net olmayanların idaresi altında ülkemiz kendine bir türlü istikametli rotayı tayin edemiyor. Bir ince tel gibi ufak bir esinti ile yön değiştiriyor. Yönünü ve yüzünü demokrasi tarafından döndüğü anda her alanda gerileme baş gösteriyor.
”Şu meşrutiyet, büyüklerimizi, beylerimizi kırdı; fakat bazıları da müstehak idi. Hem de, maddeten bir şey görmeden yalnız meşrutiyetin nâmını işitmekle, kendi kendilerine düştüler. Bunun hikmeti nedir?” Münazarat eserinde yer alan bu müthiş sual de meşrutiyetin namını yani onun içinde barındırdığı her türlü özelliği haber alıp duyanların kendi şahsi saltanatlarının sarsılacağından endişe ettikleri anlaşılıyor. Hatta bu endişenin çok yüksek olması sebebiyle keyfi ve şahsi idarelerini kendi kendilerine terk edenler olduğu ifade ediliyor.
Yine bu suale verilen cevapta ise; “Mânen her bir zamanın bir hükmü ve hükümrânı vardır” denilerek demokrasi zamanın başladığı ve bunun kaçınılmaz bir süreç olduğu izah ediliyor.