Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesi içerisinde bulunan bütün kardeşlerimiz bu ulvî dâvânın selâmetini, fütursuz ilerlemesini, suhuletle inkişafını istiyorlar.
Muhtaçlara ulaştırılması için maddî ve manevî fedakârlık yapmaktan çekinmiyorlar. Ancak her şeyde olduğu gibi iman hizmetinin selâmetini düşünürken de vazifemizi bırakıp vazife-i İlâhiyeye karışmamak gerekiyor. “Muvaffakiyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, vazife-i İlâhiyedir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamak gerektir diye hem bana, hem sizin bedelinize teselli buldum.” (Emirdağ Lâhikası) şeklinde ifade edildiği gibi iman hizmetinin inkişafı ve selâmeti ancak böyle mümkün.
Yani bizler bu hizmeti düşünürken ancak vazifemiz dahilinde düşünebiliriz. Eğer böyle yapılmaz ise önce kendimiz sıkıntıya girmeye başlarız. Kendimizle birlikte başka kardeşlerimizi ve neticede de iman hizmetini sıkıntıya sokma tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. İman hizmetinin selâmetini isterken hizmette şevkimizi kaybeder ve gereksiz telâşlara kapılırız. Bu sebeple hizmeti düşünenler ancak vazife-i İlâhiye dahilinde hizmeti düşünmelidirler.
Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesi ile “teselli” bulmak ancak vazife-i İlâhiyeye karışmamakla mümkündür. “Fakat biz Risale-i Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevî tecrübe yapmamakla beraber...” tesbiti, Nur Talebesinin vazife alanının sınırlarını çizmektedir.