Baskı, zulüm, tahakküm, tek kişinin görüşlerini topluma dayatması demek olan istibdat, fertleri ve ülkeleri mahveder, onların geleceklerini karartır, huzurlarını yok eder. 1 İstibdat cehalet ve korkuya dayanan tepkisizlikten beslenir ve daha çok yıkıcı olur.
Bir ülkede fertlerin ve toplumun meşrûiyyet içinde cesurane hak ve hürriyetlerine sahip çıkması, yanlış işlere ve zulümlere tepki vermesi istibdadın yolunu kapatır, zulüm yapanların kendilerine gelmelerine ve zalimane işler yapmalarına engel olur.
Asr-ı Saadet (Hz. Peygamberin yaşadığı dönem), dört halife devri ve İslâm’ın gerçek manada yaşandığı diğer dönemlerde idareciler ve idare edilenler, İslâm’dan aldıkları tahkiki iman terbiyesi ile hak, hukuk ve hürriyetlerini en iyi manada biliyor ve kullanıyorlardı. Özellikle Asr-ı Saadet ve ilk dört halife dönemi bu hususta çok açık bir örnektir.
O zamanlarda Müslümanlar, hak ve hürriyetlerini müdafaa etme ve yanlış işleri sorgulama yönünden şimdiki hürriyetçi demokrasiyle yönetilen Batı toplumlarından daha ileri bir seviyede bulunuyorlardı; onlar, haklarını müdafaa şuuruna sahip olarak idarecileri murakabe edip, onlara karşı uyarı vazifelerini ifa ediyorlardı. Bu yüzden toplumda güven, huzur ve asayiş hüküm sürüyordu.
Hz. Ömer (ra), halifeliğe seçildiğinde minbere çıkar ve oradaki topluluğa, “Ben yanlış yaparsam ne yaparsınız?” diye sorarak, fertlerin hak arama cesaretlerini ölçmek ister. Topluluktan biri ayağa kalkarak, “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz ey Halife” diye seslenir. Hz. Ömer (ra) ellerini kaldırır ve şöyle duâ eder; “Allah’ım! Sana sonsuz şükürler olsun. Yanlış yaptığımda halk içinde beni düzeltecek kulların varmış” der. O, bu şekilde cevap veren kişiyi tutuklatmaz. O, kendisinden şikâyetçi olanlarla istedikleri yerde mahkeme huzurunda yargılanmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. 2
O dönemlerde gerçek Müslüman yöneticiler asla adaletten kaçmamışlardır. Hz. Ömer (ra) sıradan bir Hıristiyan, Hz. Ali (ra) esnaf bir Yahudi, Selahaddin Eyyübî basit bir Hıristiyan, Fatih Sultan Mehmed Rum bir mimar ile mahkeme huzuruna çıkmaktan imtina etmemişlerdir. 3
Üstad Bediüzzaman, “Bir millet cehaletle hukukunu (aramasını) bilmezse, ehl-i hamiyeti (iyi niyetli, vatanperver idarecileri) dahi müstebit (diktatör) eder” buyurmaktadır. 4
Günümüzde genelde İslâm dünyasında, özelde ülkemizde İslâmî şuurun zayıflamasına paralel olarak, fertler hak ve sorumluluklarını bilip ikaz vazifelerini yapmadıklarından iyi niyetli, hamiyet sahibi idareciler bile istibdada yönelmekte, bunun sonucu olarak toplumda zulümler, yolsuzluklar, su-i istimaller ve kanunsuz işler yaygınlaşmaktadır. Ancak insanlardan bu işlere karşı ciddî manada bir tepki verilmemektedir.
Müslüman kimlikli idareciler, kendilerinden hesap sorulmaması için yargı teşkilâtını kontrolleri altına almakta, hoşlarına gitmeyen kararlar veren hâkim ve savcıları tutuklamakta, yandaşlarını, arkası güçlü olanları adaletin yakasından kurtarmakta, ancak zayıflar yargılanmaktadır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (asm): “Eski kavimler niçin helâk oldular biliyor musunuz? Onlar suç işleyen güçlüleri affeder, zayıfları cezalandırırlardı. Vallahi kızım Fatıma hırsızlık yapsa onun elini keserim” buyurmuştur. 5
Son söz: Toplum fertlerinin yanlış işlere karşı tepkisiz oluşu, hem yöneticiler hem de yönetilenler açısından çok vahim sonuçlara yol açmaktadır; yöneticilerin haddî aşarak nefislerine ve topluma zulüm yapmayı adet haline getirmelerine, diğer taraftan yönetilenlerin haklarının zayi olmasına, adalete güvenin kaybolup, toplumun geri kalıp yavaş yavaş çürümesine sebep olunmaktadır. Ne yazık ki insanların çoğu bunun farkında değildir.
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 50.
2- Dört Halife Devri, c: 3, s. 70.
3- İşaratu’l-Î’caz, yeni tanzim, s. 449.
4- Münâzarât,65. 5- Buharî, Enbiya, 54.