"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ağrı Dağı ve Molla Said

İbrahim ÖZDEMİR
30 Mart 2015, Pazartesi
Güzel bir Mart günü Iğdır’a gidiyoruz. Uçağımız Ağrıya indi. Yolun geri kalan kısmını karayolu ile kat edeceğiz.

Türkiye Nevruz’u kutlamaya hazırlanırken, Iğdır Üniversitesi iki ilke birden imza atmış: Said Nursi’nin aslı Arapça olan Mesnevi’sinin tam tercümesini yapıp, Üniversite yayını olarak yayınlamış. Tercümeyi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şadi Eren yapmış.

İkincisi ise bir üniversite bünyesinde ilk kez Mesnevi Sempozyumu düzenlemesi. Hem de İİKV ve yerel sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yaparak; toplumla bütünleşerek.

Yerli ve uluslararası konuşmacılar iki boyunca Mesnevi’yi tartıştı.

Nevruz’u ateş yakarak; örs döverek karşılayanların yanı başında, tıpkı Mevlana’nın Mesnevi’si gibi, kalp ve gönüllerde yeni tomurcuklar yeşertecek Mesnevi’yi tartışarak karşılıyoruz Nevruzu.

Rektör Prof. Dr. İbrahim Hakkı Yılmaz ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şadi Eren başta olmak üzere emek verenleri kutluyorum.

***

Doğubayazıt’a yaklaşırken, Ağrı Dağı peçesini açmaya başladı. Tamamen karla kaplı zirve tüm haşmeti ile karşımızda. İnsanın adeta nefesi kesiliyor.

Şoförümüz “çok şanslısınız. Her zaman bu netlikte görmek mümkün olmuyor” diyor.

Aracı durduruyorum. Grubumuzda ilk kez Ağrı Dağını görenler var. Heyecanlılar. Dışarı çıkıyoruz. Buz gibi havada nefeslerimizi tutup Ağrı Dağını seyrediyoruz. Ağrının zirveleri hep gizemli. Gizemini bazen birbirini kovalayan, bazen de toplanıp adeta kendi aralarında istişare ediyorlarmış hissi veren bulutlarla kapalı.

Ama bir an için de olsa tüm haşmeti ile karşımızda! “Bak dağlara haşmeti gör” sözü hatırıma geliyor.

Bir yandan bu gizem, bir yandan dağın zirveleri dünyanın her yerinden maceraperest insanları cezbediyor.

Kimisi bu tırmanışın son yolculuğu olabileceğini bile bile tırmanıyor Ağrı Dağına.

***

Dağlar ve yüksek zirveler sıra dışı insanları hep cezbetmiş.

Ressamlar gücü ve ihtişamı anlatmak için dağ zirvelerini kullanmışlar.

Kimi inanmış gönüller ise bu dağ zirvelerinde kendilerini Allah’a daha yakın hissetmiş.

Hz. Musa’nın Sina Dağına çıkışı, Hz. İsa’nı Zeytin Dağında ilk vaazını vermesi, Hz. Muhammedin (sav) daha Peygamber olmadan Nur Dağının Zirvesinde kâinatı seyretmesi ve derin tefekkürlere dalması.

İlk vahiy olan “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrini de Nur Dağının zirvesinde alması manidar değil mi?

Yüce dağlar ile yüce ruhlar arasında bir bağ olduğu kesin.

Anmak ve anlamak için yola düştüğümüz Said Nursi’de yüce dağlara tutkun bir insan.

Ağrı Dağı gibi Erek Dağının ve Çam Dağının hayatında ve düşüncesinde önemli yeri var.

Yüce zirvelerden kâinat kitabını okuması, okuduklarını yazması ise bundan olsa gerek.

Ağrı Dağını seyrederek Iğdır’a doğru yola devam ediyoruz.

Aklım üstad Said Nursi ve Ağrı dağında.

Daha doğrusu onun bahsettiği şekliye Ararat Dağı. Bu dağın onun için anlamı neydi? Neden rüyasında bu dağı görmüştü? Rüyasını Birinci Dünya Savaşından kısa süre önce gördüğünü söylüyor.

Gençliğinde gördüğü ve ziyaret ettiği bu dağla misyonu arasında bağ kurması bundan olmalı.

Ararat Dağı ve bu rüyasının onun hayatına çok belirleyici bir eşik olduğu açık.

Dahası ilk kez Oslo’da gördüğüm Alman ressam Caspar David Friedrich’in “Bulut Denizinin Üzerindeki Seyyah” tablosu (1818).

Ünlü filozof Kant’tan etkilendiği söylenen ressamın bu tablo ile ünlü ressam “insanın, hayatın ve dünyanın anlamı” ile ilgili net bir mesaj vermek istemiş.

İnsanın, bu arayışını zirvelere tırmanarak; tüm ön yargı bulutlarının üzerine çıkarak yapabileceğini göstermek istemiş. Ancak yine de iki ayağı üzerinde ve aklı temsil eden değneğine yaslanan insan için gelecek “sisler” arasında görünmektedir.

***

Ancak Molla Said’in Ararat rüyasında yakın bir gelecekte meydana gelecek hadiseleri “sisler arasında” da olsa açık ve net olarak sezdiğini ve anladığını görüyoruz.

Yakın bir gelecekte çok büyük değişim ve dönüşümler meydana gelecek; Kur’an’ın etrafındaki surlar yıkılacak ve Kur’an kendi kendisini savunmaya başlayacak.

Bu manzaraya kalbi dayanamayan genç Molla Said heyecanla uyanacak ve hayatını adayacağı misyonunu orada belirleyecek.

“Kur’an’ın mucize bir kitap olduğunu tüm dünyaya duyurmak…”

Bundan sonra Kur’an merkezli hayat yolculuğu başlar.

Hayatını Kur’an’ı anlamaya, anladığını yaşamaya; bu arada gönlüne Kur’an’dan yansıyan nurları ve ilhamları yazmaya adar.

“Yaz kardeşim” der. Sadık ve adanmış talebeleri de bir ömür boyu onun dediklerini yazar.

Tıpkı Mevlana ve Hüsameddin gibi… Evliliği, çoluk çocuk sahibi olmayı düşünmeye bile vakti olmaz.

Kur’an onun için her şeydir.

***

Doğubayazıt’tan geçerken bir kez daha düşünüyorum: Molla Said gençliğinde burada 3-4 ay kalarak yoğun bir medrese eğitimi almış. Molla Muhammed Celâlî’den ders ve icazet almış.

Burada iken Ararat Dağı ile nasıl bir ilişkisi oldu acaba?

Dağa tırmandı mı? Hangi zirvelere kadar çıktı?

Bilemiyorum.

Bildiğim, bahar mevsiminde yeşilin her tonunun bir halı gibi dağ eteklerini ve ovayı kapladığı zamanlarda burada arkadaşları ile piknik yaptığı; Ararat’ın eteklerinden kâinat kitabını seyrettiğidir.

Ama sık sık gittiği bir zirve daha var.

Ancak bu manevî bir zirve.

Çağının zirvesi Bilge insan Ahmed-i Xânî.

Ararat Dağının karşısında mütevazı bir dağ yamacında ebedi uykusuna dalmış.

Ama genç Said sık sık buraya gelmiş. Genç yaşına rağmen bazı geceleri bu türbede bu büyük bilgenin manevî huzurunda geçirmiş.

Arkadaşlarının ve hocasının bile çözemediği bu sır meraka değer.

Bu nasıl bir ilişkidir?

Ya da William James’in tabiri ile “Nasıl bir dini tecrübedir?”

Bu sırrı çözmek kolay değil.

Anladığım tek şey Yunus’un dediği gibi “ölen hayvan imiş âşıklar ölmez” sırrı ile Ahmed-i Xani’nin ölmediği.

Genç Said bunun farkında. Onunla İslam irfan geleneği üzerinden bir ruhî bir irtibat kurmuş olmalı.

Gündüzleri molla Muhammed Celalî’lden ders alırken, geceleri irfan geleneğinin bu büyük Sultanından ders almış olmalı.

***

Doğubayazıt’a kar yağıyor. Ağrı Dağının zirveleri yine bulutlarla kapanıyor.

Iğdır vadisine doğru ilerlerken dağ ve tepeler arkada kalıyor. Önümüze bir ova açılıyor.

O da ne? Iğdır ovasında ağaçlar çiçek açmış!

Görmezsem inanmayacağım. Ama işte kaysı, kiraz, erik ve badem ağaçları süslenmiş baharı müjdeliyor.

Doğubayazıt’ta kar, Iğdır’da bahar.

Merhaba Iğdır. Merhaba Nevroz.

Okunma Sayısı: 3020
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İhsan

    30.3.2015 15:46:12

    Sn.Hocam yazınızı bir çırpıda okudum.İlk öğretmenlğim Patnos'un bir köyünde geçmişti.Hayalen o havaliye gittim,teşekkür ederim.Daha önceki yazilarinizi da okudum.İnşaallah bu tür yazılardan bizi mahrum etmezsiniz.Selam ve dua ile...Salihoğlu

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı