Hayâsızlık, hakikatlerin önündeki en kalın perdedir.
Hayâ, sadece bir ahlâk süsü değil; kalbi kötülükten koruyan, hakikati tanıtan bir sırdır. İnsanın iç dünyasını murakabe altında tutan, nefsi frenleyen, imanın nuru olan bu fazilet kaybolduğunda yalnızca edep değil, idrak de dumura uğrar. Çünkü hayâ giderse hakikat görünmez olur.
Efendimiz (asm), “Utanmadıktan sonra dilediğini yap” buyurarak hayânın kalkmasıyla çirkinliğin meşrulaşacağını bildirmiştir. Ne acıdır ki bugün bu söz modern hayatın sloganı olmuş.
Hayâsızlık yalnız çıplaklık değildir. Kalbin örtüsünü yırtmak, gözün utanmasını kaldırmak, duyguların teşhiri de hayâsızlıktır. Risale-i Nur bu tehlikeyi şöyle dile getirir: “Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır.”
Bu fitne bedeni değil, kalbi ve ruhu da ifsad eder. Gözle başlar, kalbe iner, aklı perdeleyip imanı yaralar. Kirli bir göz, berrak hakikati göremez. Çünkü göz harama alıştıkça, kalp katılaşır; kalp karardıkça hakikat anlaşılmaz.
Zira göz, kalbe açılan penceredir; neyle bakarsa, kalbi de onunla boyar. Kur’ân bu hakikate dikkat çeker: “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar... Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar.” (Nur, 30-31)
Bugün sosyal medya, sokaklar, ekranlar hayâsızlığın sergilendiği alanlara dönüşmüştür. Kadının yaratılıştan gelen güzelliği, İslâmî terbiye ile korunmadığında, geçici vitrine döner. Üstad Bediüzzaman’ın şu sert ama hikmetli ifadesi günahın uhrevî neticesine işaret eder:
“Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaktır.”
Bu ifade tehdit değil, bir hakikatin haberidir. Çünkü hayâsızlık yalnız ferdî bir günah değil, toplumu çürüten bir fitnedir. Kadın, ya iffetle Cennetin kapısını açar, ya teşhirle cehenneme yol olur. Aynı metinlerde bir de müjde vardır:
“Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdab-ı Kur’aniye ziynetiyle o cemal güzelleştirilse o fânî hüsün, Cennette hurilerin cemalinden daha şirin bir tarzda verileceği hadiste kat’iyetle sabittir.” (İman ve Küfür muvazeneleri, s. 177.)
Efendimiz (asm), “Giyinik, ama çıplak” olan kadınların Cennetten uzak kalacaklarını haber vermiştir. Bu, sadece bir giyim tarzına değil; bir zihniyet ve yaşayışa yöneliktir. Çünkü haya hem kadınlara, hem erkeklere farzdır. Nur Sûresi’nde her ikisine aynı emir verilmiştir:
“Gözlerinizi haramdan sakının, iffetlerinizi koruyun.”
Hayâ, insanı murakabede tutar. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, sadece utanmak değil; başını, kalbini, dilini ve nefsini Allah’ın huzurunda bilmek demektir. Efendimiz (asm), hayâyı böyle tarif etmiştir: Ölümü hatırlamak; kalbi daima muhasebede tutmak…
Bugün yaşadığımız manevî buhranların temelinde hayâsızlık vardır. Çünkü hayâ giderse adalet, sabır, ilim ve nihayetinde iman da gider. Kalbi günahla yaralanan insan artık Kur’ân’ın nurunu hissedemez, hakikatin sesini duyamaz.
Sonuç olarak:
Hayâ, hakikatin gözlüğüdür. O gözlük düşünce, ne Kur’ân anlaşılır, ne hadis, ne vicdan konuşur. Ebedî saadet, birkaç senelik fâni teşhir uğruna heba edilmemeli. Hayâ, bir süs değil; sır, nur, imandır. Onu kaybeden, sadece edepten değil, hakikatten de mahrum kalır.
Vesselâm.