1917 yılında Rusya’da gerçekleştirilen Bolşevik İhtilâlı ile Komünizm, Avrupa’nın büyük bölümünü hâkimiyeti altına aldı.
Müslüman olsun, Hıristiyan ayırmadan insanları inançlarından uzaklaştırmak için her türlü faaliyeti yaptı. Kuzey Atlantik Paktı’nda yer alan ve demokrasi ile idare edilen hür dünya ülkeleri Avrupa’nın yarısını işgal eden Komünist Rusya’nın 8 sosyalist ülke ile birlikte kurduğu Varşova Paktı’nın istila ve yayılmacı politikalarını durdurmak için NATO’yu 1949 yılında kurdular. Varşova Paktı ilk önce SSCB ile Çekoslovakya (1943); Polonya (1945); Bulgaristan, Macaristan ve Romanya (1948) arasında imzalanan anlaşmalar ile atılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeni Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyordu. Sovyet tehdidine karşı Batı dünyasına yakınlaşan Türkiye 1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti (DP) iktidarında aktif biçimde Batı’ya dönük bir politika izlemesi neticesinde 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyeliğini gerçekleştirir. Kore Savaşı sonrasında NATO’ya kabul edilen Türkiye’nin NATO ya ihtiyaç duymasının sebebi sınırlarının denizden ve karadan Varşova Paktı ülkeleri ile çevrilmiş olmasıdır. Türkiye’ye karşı olabilecek bir Sovyet işgalinden ülkeyi korumak ve komşularıyla çatışmaya girmemek için caydırıcı bir güç oluşmasını sağlamaktır. NATO Rusya’nın ülkemize saldırmasını engelleyerek kominizim işgalinden korudu. Bu nedenle de SSCB nin Türkiye üzerinden sıcak denizlere inme istek ve arzusu kursağında kaldı.
Menderes ve Demokrat Parti, dış politikada ABD ve batı ile birlikte hareket etmeyi hayati önemde görmüş ve dış politikayı bu bağlamda şekillendirmiştir. Ülkenin dış politikasını belirleyen Menderes kendisinden sonraki dönemin de dış politika şartlarının oluşmasında önemli bir rol oynadı. Bu gün yürütülen dış politikayı Menderes şekillendirdi ve Türkiye’yi Batı bloğunun bir parçası haline getirdi. Dış politikada NATO üyeliği ve Bağdat Paktı’nın kurulmasında Menderes çok etkin rol oynamıştır.
Adnan Menderes’in Amerika ve batı ile diyalog kurmasını Bediüzzaman Said Nursi teşvik eder, yol gösterir. Emirdağ Lahikasında “” …ihtar ediyoruz ki, vatan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, hakaik-i Kur’âniyeye dayanmak ve bütün âlem-İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmi’ye ile dört yüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak….” şeklinde ifade eder.
Semavi dinleri tahrip ederek, dinsizliği yaymaya çalışır komünizm. Bu nedenle Bediüzzaman Emirdağ Lahikasında “…Şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhanîleriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor…” cümlesi ile Amerika ve batı ülkeleri ile birlikte hareketin zaruretini ortaya koyar. Bediüzzaman her zaman hürriyeti savunmuştur. NATO’nun kuruluşu da bu ihtiyaçtan kaynaklanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Hıristiyan dünyasını Lem’alar eserinde ikiye ayırarak ”İsevîlik din-i hakikîsinden feyiz alarak adalet ve hakkaniyete hizmet eden Avrupa” ile “felsefe ve medeniyetin günahları ile beşeri sefahate ve dalâlete sevkeden bozuk Avrupa”yı birbirinden ayırıyor. NATO üyesi ülkelerde de bu durum söz konusudur.
Ukrayna örneğinde olduğu gibi Rusya geçmişten gelen yayılmacı, işgalci ve saldırgan politikalarını devam ettirmekte. Yöneticilerimiz bu politikaların caydırıcı gücü olan NATO ülkeleri ile güven zedeleyici ve fevri söylemlerden uzak durarak, problemleri sağduyu ve diplomasi ile çözmeli.
Batı bloğu NATO da yer almak ve iyi ilişkiler kurmak devlet aklının gereğidir…