ABD’nin 9.5 ay sonra tekrar gündeme gelen “Suriye’den çekilme” atraksiyonu ve Erdoğan’ın talimatı ile başlayan“Barış Pınarı operasyonları” için, konunun ilgili taraflarından Rusya başta olmak üzere dış dünyadan yapılan değerlendirmelerde söylenen şu:
“Kendi güvenliğini korumak ve teröre karşı mücadele etmek Türkiye’nin tabiî hakkı.”
Ama hemen peşinden şunu da ekliyorlar:
“Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı.”
Bu konu Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla gerçekleşen Astana-Soçi süreçlerinde varılan mutabakatlarda defaatle altı çizilerek vurgulanan en önemli maddelerden biri.
Bir diğeri de rejimle muhalefet temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan ve ülkenin geleceğini görüşecek olan Anayasa Komisyonu.
Oluşumu da, toplanması da provokasyonlarla defalarca sabote edilip geciktirilen bu komisyon, çok zorlu ve sancılı bir sürecin ardından 30 Ekim’de nihayet bir araya gelecek.
Bu toplantı için yapılan bazı değerlendirmelerde “Suriye’deki iç savaşı sona erdirmek için ilk defa bir ümit ışığı doğdu” deniliyor.
Ama çatışmaların sürdüğü yerler hâlâ potansiyel provokasyon alanları durumunda.
Fırat’ın doğusu ve İdlib gibi.
Bu hassas ve kırılgan süreçte Türkiye’nin başlattığı operasyon hem Suriye’nin toprak bütünlüğü noktasındaki hassasiyetler, hem de Anayasa Komisyonunun çalışmalarını etkileme riski açısından yeterince değerlendirildi mi?
Ankara sürekli “Suriye’nin toprağında gözümüz yok, kontrolü sağladığımız yerlerde kalıcı değiliz” diyorsa da Cerablus ve Afrin’in ardından Doğu Fırat’ın da gündeme gelmesi, bu noktadaki şüpheleri tahrik etmez mi?
Hele iktidar medyasında “Barış Pınarı” operasyonu “Yarım kalan Misak-ı Millîyi tamamlamak için tarihî hamle” şeklinde yorumlanıyorken...
Dile getirilen bir diğer nokta Suriye’nin siyasî bütünlüğü. Burada vakıa şu ki, bütün devirme çabalarına rağmen Esad yönetimi iş başında. Direnişçilerin tutunmaya çalıştığı kuzey bölgeleri dışında ülkenin tamamına hakim. Rusya ve İran desteğiyle buralarda da kontrolü tekrar ele geçirmeye yakın gibi.
O zaman Ankara’nın yapması gereken ne?
İstese de istemese de, fiilî durumun gereği olarak Şam’la ilişkilerini normalleştirmek.
Rusya ve istihbarat örgütleri üzerinden değil, doğrudan temas ve diyalogları başlatmak...