Geçen yıl, kriz yılı olarak tarihe geçti.
Sebep bu sene yaşanan ekonomik krizdi. Ama olay ekonomiyle sınırlı değildi. Ve ekonomideki kriz, alabildiğine derin bir devlet ve sistem krizinin sonuçlarından sadece biriydi. Bu sistem krizinin temelinde ise, devlete musallat olan baskıcı zihniyet ile, özgürlüklere hasret halk arasındaki kan uyuşmazlığı yatıyordu.
Devleti halktan uzaklaştırıp koparan söz konusu zihniyet, 28 Şubat sürecinden aldığı güçle baskı ve dayatmalarını yoğunlaştırdı. Demokrasi daraldıkça, rejim demokrasi öncesindeki tabiat ve karakterine bürünmeye başladı. Zaten sürecin hedefi de ülkeyi 30’lu yıllara döndürmekti. Temel hak ve hürriyetlerin baskı altına alındığı, inançlı kitlelerin her vesileyle rencide edildiği bu süreç, tıpkı 30’lu yıllarda olduğu gibi, halkın insiyakî bir şekilde içe kapanmasını sonuç verdi.
Böylece Türkiye, bir defa daha, şevki kırılmış, morali bozulmuş, küskün ve kırgın insanlar ülkesi haline geldi. Aykırı devlet politikaları, toplumdaki dinamizmi söndürdü ve adeta sıfırladı. Yanlış resmî politikalara karşı sivil cenah adına sergilenen beklenmedik ölçüdeki teslimiyetçi ve tavizkâr tavırlar çıkmazı daha da derinleştirdi. Yanlışlara meşru çerçevede, hukuk ve müsbet hareket zemininde karşı çıkılsaydı, tıkanıklık bu boyutlara gelmezdi. Ne yazık ki kimi kanaat önderleri böyle yapmak yerine, ya hâkim güç odaklarına yaranmak için ya da böyle davranarak belâyı daha kolay savuşturabilecekleri düşüncesiyle, taviz yolunu seçtiler. Bu tutum haksızlara cür’et ve cesaret verirken toplumdaki mukavemet refleksine darbe vurdu.
Gelinen merhalede Türkiye, çıkış noktası 28 Şubat olan derin bir krizin çok yönlü ve çok boyutlu sonuçlarıyla karşı karşıya. Daralan bir demokrasi; etkisizleştirilmiş bir siyaset; halktan kopuk, şeffaflıktan uzak, hantal ve müsrif bir devlet çarkının yolsuzluklara kol kanat geren işleyişiyle çökertilmiş bir ekonomi; artık iyiden iyiye gemi azıya alan devlet içi derebeylikler; teslim bayrağı çekmiş kırgın ve bezgin bir sivil toplum...
Bu kara sürecin ahlâkî, sosyal ve toplumsal alanlarda önümüze koyacağı faturayı henüz tam olarak kestirebilecek durumda değiliz; ama endişe duymak için her türlü sebep mevcut. Ki, öncü işaretler hiç de iç açıcı değil. Türkiye âcilen esaslı bir durum değerlendirmesi yapıp bu kara dönemi kapatmak zorunda. Aksi takdirde krizlerin sonu gelmez.
***
19 yıl önce bugün çıkan bu yazımızda tasvir edilen tablo, halihazırdaki duruma da denk düşüyor. O günün asker takviyeli 28 Şubat’ı, bugün tek parti rejimiyle ve adeta hipnotize edilen “dindar” AKP seçmeninin desteğiyle çok daha ileri boyutta sürüyor.
28 Şubat’ı demokrasi içinde aşabilmiştik; demokrasiyle gelip yeniden hortlatanlar eliyle musallat edilen devamını da yine aşacağız.
Bu kararlılıkla mücadeleye devam...