Bugünkü dünyada, Müslümanların yer yer perişâniyetini netice ikilem-paradoksal sıkıntılarından biri de budur: Dine uymak ile dini uydurmak arasındaki derin uçurumu görememek, bilememek, fark edememek…
Bu mühim fark görülemeyince de, hâl ve zihin kargaşası başını alıp gidiyor. Dinini dünyaya satan bedbahtlar da, fırsat bu fırsat diyerek, yaptığı her türlü mel’ânete dinî bir kılıf bularak, saltanat sürmeye devam ediyor.
Dikkat çeken bir nokta da şu: Din ve mukaddesatın değer ölçülerini kendine uydurmaya çalışan hasta ruhlu despotlar, mühim tarihî olayları ve unutulmaz tarihî şahsiyetleri de kendine uydurmaktan ve hasis menfaatleri istikametinde kullanmaktan çekinmez olurlar. Bunun da birçok örneğine şahit olmaktayız.
***
İlmî branşımız tarih olduğu için, televizyonlarda vizyona sokulan, bazen de furya şeklini alan tarih eksenli dizi filmleri kerhen de olsa izlemek durumunda kalıyoruz. Biz istemesek de, yakın çevremiz ve bazı okuyucularımız, bizi buna adeta mecbur ediyor.
Bu dizi filmlerin bir kısmını zikretmek gerekirse, şöyle bir listeden söz edebiliriz: Muhteşem Yüzyıl, Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Payitaht Abdülhamit, Ya İstiklal, Ya Ölüm, ve sâire…
Hiç abartısız ifade edelim ki, bunların hiçbiri tarihî hakikatleri olduğu gibi yansıtmıyor. Esasen, öyle bir dertleri olduğunu da sanmıyoruz. Zira, bunların çıkış noktaları belli: Bugünkü menfaatleri neyi gerektiriyorsa, tarihî şahıs ve olayları da ona göre eğerek, bükerek, yer yer tamamen çarpıtarak, bunları ekrandan yansıtmaya çalışıyorlar.
Peki, söz konusu tarih dizileri, tümden yalan-yanlış şeyler üzerine mi kurulu? Elbette ki değil. İçinde doğru bilgiler de var. Muhtevasında hiç doğru şeyler yer almazsa, zaten hiç ilgi görmez; bu sebeple de tutmaz, tutunamaz, çöpe atılır gider.
Asıl sakıncalı nokta, dizilere konulan can alıcı mesajların, tarih gerçeğini yansıtmak yerine, günümüzdeki hasis menfaatler doğrultusunda eğip bükerek kullanılmasıdır. Bilhassa, günümüz muktedirlerinin paşa gönlüne uygun hale getirilmesidir.
Bu hale getirilmesi karşılığında da, kesenin ağzı açılıyor ve işin yekûn maliyeti, vicdan ve hamiyet sahiplerini bu işten nefret ettirecek derecede bir israf gayyasına dönüşüyor.
***
Tarihi hakikatleri bilerek ve kasten değiştirmek de, şüphesiz ki ayıptır, günahtır, büyük vebâldir. Fakat, dinî ve kudsî değerlerin de aynı şahsî veya siyasî menfaat doğrultusunda kullanılmaya çalışılması, diğerinden çok daha büyük ve ağır bir vebâlin altına sokar, müsebbipleri.
Zira din, umumun mukaddes malıdır. Husûsî mahiyette ve şahsî arzular istikametinde kullanılamaz. Aynı şekilde, ipotek altına alınamaz ve beşerî arzular istikametinde değiştirilemez, başkalaştırılamaz. Bir takım düzmece ve uydurmalarla da, dinin temel ölçüleriyle oynanamaz. Aksi yöndeki davranışların, vebâli gibi, cesazı da ağır olur; hem bu tarafta, hem öte tarafta.
***
Sağlam itikat sahibi bir kimse, dinî değerleri yerinden oynatmaz, asıllarını değiştirip de kendi arzusu istikametinde bozmaya çalışmaz. Belki, elinden geldiğince, kendisi o değer ölçülerini alıp kendi hayatına tatbik etmeye çalışır. Dahası, sapkınlığa düşüp, sûreten dindar görünümlü diye, kendini referans göstermeye yeltenmez. “Nasılsa ben dindarım, o halde benim yaptığım doğrudur” zehâbına kapılmaz.
Din, hasseten İslâm dini, temel kaynakları itibariyle doğrudan kendisi referanstır. Beşeri ölçü ve kıstaslarla kaim olmadığı gibi, onlara ihtiyacı da yoktur.
Özellikle, elinde siyaset topuzu bulunduranların, eski zamanda Yezid ve Velid gibi kendilerini dinî noktadan da kaynak, merkez, yahut referans olarak lanse etmesi, veyahut etraflarındaki meddahların, dalkavukların onları öyleymiş gibi göstermeye çalışması, günümüzde maalesef yaygın ve bulaşıcı bir hastalık halini almış durumda.
Mümkün olduğunca uzak durmalı ve tedbirli hareket etmeli.