Ecnebi kâfirler bile bu kadarını ummuyor ve beklemiyorlardı
Tek parti devrinin müstebid idarecileri, Müslüman milletimizi değil, öncelikle kendi egolarını tatmin ve ecnebileri memnun etmek için (bilhassa 1924-50 yılları arasında) akla, vicdana, insafa sığmayan icraatlarda bulundular.
İşte, o icraatlardan biri de medrese ve zikirhaneleri kapattıktan sonra, mescid ve cami gibi toplu ibadet mahallerinin işini, işlevini, hizmetini sonlandırmaya ve bu kudsî değerleri cemiyet hayatından bütünüyle silmeye çalışmak oldu.
Bu maksatla, güyâ cemaatsiz kalmış yüzlerce mabedi satışa çıkardılar. Bir kısmını, türlü bahanelerle yakıp yıktılar. Bir kısmını da, hem içini, hem dışını değiştirip bozmak sûretiyle müzeye çevirme teşebbüsünde bulundular.
Bu kahredici iş ve icraatlar arasında en acı, en fecî âkıbet Ayasofya Camiinin başına geldi.
Gizli ve kirli bir pazarlığın kurbanı olarak seçilen Ayasofya, ilk etapta restorasyon bahanesiyle ibadete kapatıldı (1930), 4-5 sene müddetle içerde yapılan çalışmalarla eski kilise hüviyetine kavuşturuldu, son olarak da dış görünümüne müdahale ile Sinan’ın ve Sultanların yadigârı olan dört adet minaresinin yıktırılması teşebbüsünde bulunuldu.
Emin olunuz, bu kadarını İngiliz, İtalyan, Yunan gibi ecnebiler ile restorasyon işini bilfiil yürüten ABD destekli Bizans Enstitüsü dahi ummuyor, beklemiyor ve tahmin etmiyorlardı.
Ecnebi cephesinin o günkü nihaî hedef ve arzusu hülâsaten şuydu: Ayasofya’nın iç duvarları tıpkı Bizans dönemindeki gibi bir görünüme kavuşturulsun, eski mozaik ve tasvirler aynen ortaya çıkarılsın, bizim için yeter. Bununla birlikte, büyük iç sahanlık kısmında Müslümanların ibadet yapmalarına, namaz kılmalarına, bizim açımızdan herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
İşte, o harbi düşmanlardan bile daha ileri giden bizdeki madrabazlar ise, binler teessüf ki, ibadet mahallini gönüllü olarak kapattıkları gibi, Ayasofya’ya dıştan cami görünümü kazandıran o antika minareleri dahi yıktırma teşebbüsünde bulundular.
Devrin ceberrut yönetimi, Küçük Ayasofya’nın minaresini temeline kadar yıktıktan hemen sonra, gözünü Büyük Ayasofya’nın (Ayasofya-yı Kebir Camii) minarelerine dikmişti ki, hiç hesaba katmadıkları bir sürpriz gelişme yaşandı.
Minareler nasıl kurtuldu?
Ayasofya’yı dıştan süsleyen ecdat yadigârı minarelerin yıkılması teşebbüsünün önüne geçen şahsiyet, Yeni Asya’da uzun yıllar “Tarih Sohbetleri” köşesinde yazılar yazan merhûm İbrahim Hakkı Konyalı’dır. (1896-1984) İşte, yürek burkan bu hadise ile ilgili kendi ifadeleri...
* * *
1934 yıllarında ben TAN gazetesindeydim. Arkeoloji Müzesinin mimarı Kemâl Altan isminde eski eserlerimize âşık bir yazar bana geldi. Ağlıyordu.
“Ne ağlıyorsun? Otur bakalım şöyle de anlat” dedim.
Anlattı: ''Hoca!'' dedi. “Dün gece Küçük Ayasofya Camiinin minaresini temeline kadar indirdik.
“Ankara'dan gelen bir emir üzerine, bu gece Ayasofya'nın dört minaresini temeline kadar indireceğiz. Bütün hazırlıklar yapıldı'' dedi.
Hemen bir rapor dikte ettirdim Kemâl Beye...
Hülâsası şudur: “Bu minareler Ayasofya'nın ana kubbesinin desteğidir. Bu minareler yıkıldığı takdirde, Ayasofya da yıkılacaktır. Alemdar (Kuzey) tarafındaki iki minare Mimar Sinan'ındır. Bu minareleri Mimar Sinan kalın yapmıştır. Ağır yapmıştır. Kubbeyi tutsun diye... Bunlar yıkıldığı zaman Ayasofya da yıkılacaktır'' diye rapor yazdırdım.
Ertesi gün, yıktırılmaktan vazgeçildi.
Kraldan ziyade kralcı olanlar vardı, o zamanlar... İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Aziz Ogan diye biri vardı. O, Ayasofya'nın içerisinde yukarılarına asılmış olan “Aşere-i Mübeşşere”ye ait tabloları aşağıya indirtti. Ben hergün ordaydım. O büyük tabloları kapıdan çıkartamadılar. Öylece bir köşeye attılar...
Halk, Ayasofya Camiinin kapatılması karşısında büyük elem duymuştu. İsyan halindeydi halk. Fakat, İstiklâl Mahkemeleri vardı... Adamı götürür asarlardı diye, kimse sesini çıkaramadı.
* * *
Eski yazarımız, tarihçi merhûm İbrahim Hakkı Beyin, 1980’de Yeni Asya’da çıkan ve Yakın Tarih Ansiklopedisi’nde de iktibasen yer alan Ayasofya ile ilgili yazısının geniş bir özetini ise, inşaallah bir sonraki bölümde takdim etmeye çalışalım.
(Devamı var)
Risâle-i Nur’da AYASOFYA
Ayasofya, haylaz ecnebileri mi, yoksa muhterem zatları mı sevindirmeli?
Meselâ, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylâz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup caminin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin eğlence-perest seyircileri bulunsa, bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur’ân’dan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, mânevî bir duâ ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylâz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek.
Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylâz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyâta teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzâkârâne tebessümlerini celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i sâfilîne sukût derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.
(Mektubat, s. 402)
Ayasofya’nın minarelerini yıkılmaktan kurtarmaya vesile olan raporun sahibi eski yazarımız İbrahim Hakkı Konyalı. (1896-1984)