İranlı komutan Kasım Süleymanî’nin ABD füzesiyle vurulması, Ortadoğu’daki taşları yerinden oynatabilecek gelişmelerin de fitilini ateşlemiş oldu.
Temenni edelim ki, çıkması muhtemel ateş kıvılcımları etrafı sarmasın, mâsum canların yanmasına sebebiyet vermesin.
Bu nâhoş gelişmeden kimin kârlı, kimin zararlı çıkacağı şimdilik belli olmamasına rağmen, yakın ve orta vâdede bundan en çok İsrail’in kazançlı çıkacağı ihtimâlini kimse görmezden gelmesin. Aynen, şimdiye kadar olup biten hadiselerde olduğu gibi. Bunun sebeplerine bakalım şimdi.
* * *
Ortadoğu’nun bağrına zehirli bir ok gibi saplanan Yahudi İsrail Devleti, 1948’de BM çatısı altında kuruldu. O tarihten bu yana, başta Filistin toprakları olmak üzere bölgedeki Müslümanlar için huzur, güven, istikrar adına bir şey kalmadı.
İngiltere’nin ve ABD’nin desteğini arkasına alan İsrail, bu coğrafyada yaşanan her kargaşadan, her muhaceretten, her kanlı çatışmadan daima kârlı çıkıyor.
İsrail Devleti’ni resmen ilk tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye dahil, dünya ülkelerinin Ortadoğu’ya yönelik yapmış olduğu her hareket, her müdahale, yine İsrail’e yarıyor. Ülkelerin yaptıkları her silâhlı teşebbüs, giriştikleri her diplomatik hamle, İsrail’e biraz daha mevzi kazandırıyor ve genişleme politikasına katkıda bulunmuş oluyor.
Tekrar edelim: Bu talihsiz gelişmelerin çarkları içinde Türkiye de var.
* * *
İsrail, zâhiren küçük ve nüfusu az bir devlet olmasına rağmen, nüfuzu kuvvetlidir, siyasî tesir sahası geniştir. Çoğu zaman, İngiltere ile Amerika Birleşik Devletleri’ni arkasına alarak hareket ediyor. Onları istediği istikamete doğru sürükleyebiliyor.
Tabiî, sahip olduğu bu gücü, dünya çapında lobiler tarzında organize olmuş Yahudi imalatçıların, tüccar ve siyasetçilerin sınırsız destek ve çabası ile sürdürebiliyor.
Peki, acaba nereye kadar? Elbette ki Allah bilir. Ama, bunun da şüphesiz bir sınırı, haddi, hududu vardır.
Geçmişe projeksiyon tutabilmek için, mâzideki gelişmeleri bilmek lâzım. Şimdi, özet halinde biraz da ona bakalım.
Evet, 15 Mayıs 1948'de BM çatısı altında, Ortadoğu ve dünya siyaseti tarihinde istisnaî bir gelişme yaşandı: Filistin toprakları üzerinde Yahudi İsrail Devleti kuruldu.
Ortadoğu coğrafyasında adeta bir çıbanbaşı olarak bu devletin ortaya çıkıp istilâcı bir konuma yükselmesi, hiç şüphesiz İngilizlerin ve “İngiliz siyaseti”nin desteği sayesinde mümkün olabildi. Ki, bunu onlar da iftiharla söylüyorlar zaten.
* * *
İngiltere, vaktiyle Osmanlı'ya karşı kullandığı bazı Arap kabilelerini, bilhassa Mondros Antlaşması’ndan (30 Ekim 1918) sonra adım adım dışlamaya yöneldi. Bu gelişmeyle eş zamanlı olarak da, dünyanın başka merkezlerinde dağınık vaziyette yaşayan Yahudileri aynı bölgeye çekmeye devam etti. Nihayet, 30 yıl sonra, yani 1948 yılına gelindiğinde, bölgede Yahudilerin hem nüfusu, hem nüfuzu büyüdü.
Yahudiler, bu fırsattan istifade ile Filistin toprakları üzerinde İsrail devletini kuracaklarını ilân etti. Onların bu yöndeki taleplerini görüşen BM Genel Kurulu, çoğunluğun oylarıyla İsrail Devleti’ni kabul etti.
Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan gibi Arap ülkeleri, bu kararı kabul etmediklerini açıklayınca, savaş kaçınılmaz hâle geldi. Böylelikle, bölgede çok kanlı bir "Arap-İsrail Savaşı" başlamış oldu. Savaş, daha sonraki yıllarda da tekrarlandı. Ancak, her tekrarında yine İsrail’e yaradı. Bunun bir sebebi, başta İngiltere ve ABD olmak üzere, Yahudi teşkilâtların güçlü olduğu ülkelerin doğrudan veya dolaylı şekilde İsrail’e destek çıkmaları.
Bir başka sebep, Yahudilerin, eski Benî İsrail peygamberlerinin medfun bulunduğu toprakları dinî itikad ve heyecan ile sahiplenmeleri. Bu ikinci mânevî sebebi, Bediüzzaman Hazretleri şu sözlerle izah eder: “Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.” (Şuâlar, s. 435)