Yaşadığı zamanı en iyi, en verimli şekilde değerlendiren ve çok sayıda talebe yetiştiren Üstad Bediüzzaman Said Nursî, bir yandan da gelecek nesilleri düşünerek eserlerinde onlar için büyük tahşidat yapıyor.
Hatta denilebilir ki, yaşadığı zamanın insanlarından çok nesl-i âtiyi düşünmüş ve onların iki dünya saadeti için bütün kuvvetiyle çalışıp çabalamıştır.
Meselâ, Emirdağ Lâhikası’ndaki bir mektubunda “Adliye Vekili ve Mahkeme Hakimlerine” hitaben yapmış olduğu bir hasbihalde aynen şu ifadeleri kullanıyor:
“Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur la uğraşıyorsunuz? Kat’iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar.”
Bu ifadelerden de açıkça anlaşılıyor ki, Üstad Bediüzzaman’ın hedefinde dehşetli tehlikelere mâruz kalacak olan istikbâl nesli var. Onlar için ciddi hazırlıklar yaptığını beyan ediyor. Bu maksatla yapmış olduğu hizmetleri engellemeye çalışanlara “Siz çekilin aradan. Asıl ve öncelikli muhatabımız siz değilsiniz” diyor.
*
Bütün hayatı boyunca aynı maksat ve aynı istikamet üzere hizmet veren Bediüzzaman Hazretleri, sadece âhir ömründe değil, daha ilk gençlik yıllarında da aynı hassasiyeti göstermiş bir dâvâ insanıdır.
Nitekim, ilk gençlik döneminde Van valisinin göstermesiyle okumuş olduğu Kurân aleyhindeki bir gazete haberine karşı feveran ederek şöyle haykırmıştır: “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!”
Bu arada, İngiliz Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone’un (1809-1898) sözlerinde dayandırılan o gazete haberinin özeti şöyledir: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
Buna karşı ruhunda uyanan kuvvetli bir niyetle çalışan Bediüzzaman Hazretleri, ortaya koymuş olduğu Kurânî hakikatlerle, hem o sinsî plânı suya düşürmüş ve de imanlı nesiller yetiştirerek İslam düşmanlarının heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
*
İstikbâlde gelecek nesiller için ciddi hazırlıkların içinde olan Üstad Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşından evvel ibret dolu bir “Sadık Rüya” görür: Ağrı Dağı büyük bir infilak ile parçalanıyor. Parçaları dünyanın her tarafına dağılıyor. Rüyânın en ürpetici sahnesinde Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamı görüyor. Rüyanın devamını şu ifadelerde anlatıyor:
“Birden, o halette iken, baktım ki mühim bir zat (asm) bana âmirne diyor ki: İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et!
“Uyandım; anladım ki, bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılaptan sonra Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek; i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.” (Tarihçe-i Hayat)
İşte, burada kullanmış olduğu “Namzet olduğumu anladım” ifadesine, hayatta olduğu müddet içinde hiç kimse çıkıp da itiraz etmemiş, hatta itiraz etmeye bile cesaret edememiştir.
Bu da gösteriyor ki, o şahsiyet, hem yaşadığı zamanı, hem de istikbâl neslini kucaklayan büyük bir dâvâ adamıdır.
(Devamı var)