Gençlik Rehberi mahkemesi için 1952’de ikamet yeri Emirdağ’dan İstanbul’a gelen Bediüzzaman Hazretleri, bazı eski dostları ile de görüşüp hasret giderir. O samimi dostlarından biri de gazeteci-yazar Eşref Edib Beydir.
Okuyanlar bilir, Tarihçe-i Hayat isimli eserin sonlarındaki Tahliller bölümünde, Eşref Edib’in Üstad Bediüzzaman’la yapmış olduğu uzunca bir sohbet-röportaj metni var. O röportaj, aynı yıl önce Sebilürreşad mecmuasında neşredildi. İşte, o mecmuada yer alan metinden “umumî iman inkişafı” ile ilgili orijinal bir bölümü iktibas ederek asıl mevzuya giriş yapalım. O kısım şöyledir:
Eşref Edip: Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âti için ümit ve teselli vermiyor mu?
Said Nursi: Evet, büsbütün ümitsiz değilim. Amma, bu husustaki ızdırabımı da giderecek umumî bir iman inkişafı göremiyorum. Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. …Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum.
Bu cevapta zikredilen Hz. Bediüzzaman’ın “umumî iman inkişafı” ifadesi fevkalâde dikkat çekicidir. Demek ki, ona hakiki bir ümit ve teselli verecek olan bu vaziyetin teşekkül etmesi, yani imanın nesillerin hayatına hâkim olmasıdır.
Esasen, bütün hayatını bu iman hizmeti yolunda fedâ etmiş. Öyle ki, o hizmeti ifâ etmek için, dünyevî bütün zevk ve lezzetleri bir kenara iterek asıl maksadını tahakkuk etmeye çalışmış.
İşte bu meyandaki feragat ve fedakârlığın zirvesini gösteren, yani bu zamanda daha ötesi mümkün görünmeyen orijinal ifadesi: “Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Seksen küsûr senelik hayatımda, dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum.”
*
Bediüzzaman Hazretlerinin dikkat çeken bir yönü de, ileri yaşlarda adeta kendini yenilercesine hiç umulmadık şekilde yeni hizmetlere öncülük etmesidir.
Meselâ, 1927’de sürgün olarak geldiği Barla’da yeniden bir diriliş hareketini başlattı.
Onu sürgün eden ehl-i dünya, muhtemelen “Yaşı elliyi geçmiş; bu yaştan sonra artık bir şey yapamaz” diyerek, onu dağ ile denizin arasına sıkışmış görünen ve aktif ulaşımın olmadığı bir yer olarak bilinen Barla’ya gönderdiler.
Oysa, hizmet-i Nuriyeye hayatını fedâ eden kardeşleri ilk kez orada etrafına toplanıp kenetlendiler. Keza, cemaat şuurunun mayası da yine Barla’da atılmış oldu. Ki, oraya ilk geldiğinde emeklilik yaşı olan 50’yi geçkin idi. Bu vaziyet, bize Risale-i Nur hizmetinde emekliliğin ve emeklilik yaşının olmadığını göstermiş oluyor.
*
Barla’daki vaziyete benzer bir gelişmeye, bu kez 21 sene sonra Afyon’daki hayatında şahit olmaktayız. Bunu şu şekilde flaşe etmek mümkün: Yıl 1948. “Üçüncü Said”in meydan-ı zuhûra çıkması.
Evet, Barla’da yeni bir hayata, yeni bir hizmet tarzına başlaması 50 yaşından sonra olduğu gibi, 1948’deki Afyon hapsi ve sonrasındaki “Üçüncü Said” unvanı ile ortaya çıkması ise, gariptir ama o da 70 yaşından sonrasına denk geliyor.
Yâ hû, bir insan yetmiş yaşından sonra neyin peşinde olabilir ki… Kendisi için dünyada hiçbir şey istemediği açık. Demek ki, istikbâl neslini düşünüyor ve onlar için esaslı bir hazırlık yapmaya çalışıyor. Yoksa, o yaştan sonra neden içtimaî-siyasî gelişmelerle yakından alâkadar olsun ki…