Bu yazının ana konusu olan “Siyaset uğruna ve sâir dünyevî makamlar için insanların neleri fedâ ettiği”ne dair projektör ifadelerden biri şudur: “Bu zamanda ve bilhassa dalaletten gelen gaflet-i umûmiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde, enaniyet ve hodfüruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar her şeyi kendine tabî ve basamak yapar.
Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını âlet eder.”
Emirdağ Lahikası-l’de yer alan bu ifadelerin benzerini sair mektup ve lâhikalarda da bulmak mümkün. İhtiyaca binaen, mükerreren zikrediliyor demek ki.
Hakikaten, bakıp gördüğümüz kadarıyla da, şu zamanda yüksek içtimaî mevkileri işgal eden bazı kimseler, siyaset için, makam-mevkî için ve sâir dünyevî menfaatler uğrunda âlet etmedikleri, dahası fedâ etmedikleri neredeyse hiçbir şey kalmamış durumda.
Oysa, mütedeyyin ve bilhassa hamiyet sahibi kimseler için, bu durum tam tersine olması ve öyle işlemesi gerekmez miydi? Şüphesiz ki evet.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de yapılan bir ithama karşı vermiş olduğu veciz cevapta bu noktaya net ifadelerle açıklık getiriyor.
Mesela, şikâyet babında ileri sürülen “Dinî hissiyatı siyasete âlet ediyor” diye yapılan bir ithama karşı şu cevabı veriyor: “Beni tanıyanları işhad ediyorum ki, değil dini siyasete âlet—belki siyasî olduğum zamanda dahi—bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi yapmaya çalıştığımı, bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehadet ederler.” (Age, s: 359)
Böyle davranmasının ve talebelerinin de aynı davranışta bulunmaları gerektiğinin izahını da şu söylerle yapıyor Hz. Üstad: “Nasıl ki, ehl-i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendini feda eder; öyle de, ehl-i îmanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa—hem lüzum var—kendim, değil yalnız layık olmadığım o makamları, belki hakîki hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi fedâ etmeye, Risâle-i Nur’dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim.” (Age)
Burada “hakîki hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi fedâ etmek”ten söz eden nihaî sınırda bir ifade kullanılıyor ki, bunun daha ötesi yok.
Demek ki, dünya ahvâli ve siyaset âlemi her ne şekilde olursa olsun, dinin mukaddes değerlerini onlara âlet ve basamak yapmamalı, öyle bir vartaya düşmekten şiddetle içtinap etmeli. Zira, vebâli büyük, günahı pek ağırdır. Haliyle, cezası ve tokadı da ona göre pahalıya mal olur.
Cenâb-ı Hak, bizi dini siyasete, ticarete, şahsiyete âlet yapmaktan ve malzeme olarak kullanmaktan muhafaza eylesin.
***
GÜNÜN TARİHİ 8 Kasım 1973
Çamlıbel’in “Hamd û Senâ”sı
Meşhûr edip, şair, yazar Faruk Nafiz Çamlıbel, 8 Kasım 1973’de İstanbul’da vefat etti.
Çamlıbel’in hayatını derinden etkileyen iki hadiseye dair iki şiiri var: Bunlardan biri Anadolu seyahatinde aldığı ilhamla yazdığı “Han Duvarları” şiiri, diğeri Yassıada’daki işkenceli hayatına dair “Zindan Duvarları” başlıklı parça-bölük şiirleridir.
Şairin bir de “Hamd û Senâ” isimli bir şiiri vardır ki, bazı kısımlarını takdim ederek noktayı koyalım.
Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan rûhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân’a şükür.
O büyük Rabb’e şükürler ki, ayak bastığımız
Yeri halketti, barınsın diyerek varlığımız;
Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,
O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde;
En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür.