Dünya çapında şan-şöhret kazanmış liderlerin bile prestijlerinin bir anda tepetaklak olması, lider peşinde sürü gibi bodoslamasına gidenleri hiç olmazsa biraz duraklatıp düşündürmesi gerekiyor.
Yoksa, uçurumdan aşağı peşpeşe atlayarak telef olan koyun sürüsünden bir farkları kalmaz.
Trump’ın başına gelenler, onun arkasından sürüklenerek gidenleri nasıl etkileyeceği henüz belli değil; ancak, aklı başında olan herkesin, kendine buradan bir ders çıkarması lâzım. Aksi halde, beterin beterini yaşamaları kaçınılmaz hale gelir.
*
Evet, ne yazık ki, sürü psikolojisinin hâkim olduğu yerlerde sorgulama yapılamaz, muhakeme yürütülemez; liderler tarafından sarf edilen sözler de mihenge vurulamaz.
Yapılan her şey, söylenen her söz tahkiksiz, yani sorgusuz-suâlsiz bir şekilde hemen kabul edilir. Kabul etmeyenler için, önceden tasarlanmış dârağaçları, engizisyon sehpaları var, bunların kof kafalarının içinde.
Vakıa şu ki: Despotlar veya despotik yapılanmalar, muhalif hiçbir fikre tahammül göstermez. Yapıcı da olsa, eleştiriye fırsat tanımaz.
Despotlar ile onların tetikçi ve yalaka takımı, zaman içinde kendilerini çekiç gibi, balyoz gibi görmeye başlar. Kendilerini çekiç gibi zannedince de, karşılarındaki herkesi çivi gibi görme garabetine düşerler. Bu durumda, artık varın gerisini siz düşünün...
Oysa, siyasî ve sosyal hiçbir dairede, aklî muhakemenin önüne herhangi bir engel konulmamalı, sorgulamaya yasak getirilmemeli. Tam aksine, insanî duygu ve kabiliyetleri terakkiye doğru kamçılayan bu hasletlere işlerlik kazandırılmalı.
Aksi halde, toplu yanılmalar, toptan şevksizlikler, moralsizlikler kaçınılmaz hale gelir.
*
Öte yandan, sürü psikolojisinin hâkim olduğu yerlerde de, zaman zaman maddî büyük eserlerin vücuda getirilmesi pekâlâ mümkündür.
Meselâ, komünist ve faşist hükümetlerin yapmış olduğu öyle ihtişamlı, debdebeli eserler var ki, seyredince hayret etmemek, bazen de hayran kalmamak elde değil. Keza, büyük orduları teşkil etmede ve savaş sanayiini kurmada da durum aynı. Meselenin bu maddî tarafı, bahsimizden hariçtir.
Biz, daha ziyade işin zihnî, fikrî ve manevî anlayış cihetine dikkat nazarlarını çekmek istiyoruz. Meselâ, şöyle ki: Kitleler karşısında hata yapanların söz ve davranışları neden yerinde ve zamanında sorgulanmıyor? Kendi hatalarının binlerce hataya dönüştüğü—yalan ve itiraflarla da—görüldüğü halde, aynı sorgusuzluk, aynı muhakemesizlik ve dahi aynı sorumsuzluk vaziyeti, niçin hâlâ devam edip gidiyor?
Bunları düşünmek, sorgulamak, mihenge vurmak, masaya yatırmak gerekmez mi? Dünyayı velveleye veren bunca tarrakadan sonra, vakti gelmedi mi hâlâ?
GÜNÜN TARİHİ: 13 Ocak 1920
Sultanahmet Mitingi
Millî Mücadele Hareketini destekleyen tanınmış bir grup aydın, 13 Ocak 1920’de bu meydanda düzenlenen mitingte hamasî konuşmalar yaptı.
Son sekiz ay içinde tam dört kez protesto mitinginin düzenlendiği Sultanahmet Meydanı’ndaki meşhûr konuşmacıların arasında şu isimleri saymak mümkün: Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Rıza Nur, Selim Sırrı Tarcan, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Şükûfe Nihal Başar ve Madam Jeannine isimli bir Fransız kadın.
Bu heyecanlı mitinglerin yankısı, Anadolu’daki camilerde okunan hutbelere kadar tesir etti.
Sultanahmet Mitingi denince, akla ilk gelen isim Halide Edip Hanım. Kendisi, kürsüde ağlayıp ağlatarak katılımcı kalabalıklarla birlikte şu meâldeki yemini okuduğu rivâyet edilir: “Türkiye’nin istiklâl ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir meşakkat önünden kaçmayacağımıza, yedi yüz senelik tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediyoruz.”