Âlemde değişim, fıtrî bir kanun olduğu gibi kullanılan kelimelerde de değişim kaçınılmazdır, fıtrîdir. Eskinin “tahavvül”ü şimdinin “değişim”i, buna bir misaldir.
Her değişen, sonradan yaratıldığının yani hâdis olduğunun delili olurken, o değişim ve hâdisi yapan bir ihdas edici manasında Muhdis’in varlığını gösterir. Saatler değişir, günler ve mevsimler değişir, insan bedeni değişir. Örf ve âdetler de değişir. Teknoloji değişir, dil değişir, kavram ve terimler değişir.
Bir kelimeye yüklenen mana, zamanla başka bir kelime ile ifade edilirken, anlam kaymasıyla, başka kelimelerle bir araya gelip, yeni manaların yüklenmesiyle de olmaktadır.
Eskiden çok güzel anlamları barındıran kelimeler zamanla değişerek o engin manaları artık karşılayamaz olurlar. Lûgatin de değişimi unutulmamalıdır. Kasdedilen manayı taşıyan mecaz, değişime tabi olduğunda artık o engin manaya değil aksine hatalı anlamaya sebep olurlar. “Buna şahit istersen lûgatin teceddüd ve tegayyüratının ve iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et.”1 denilir.
Evet, lûgatin yenilenmesi, değişmesi, bir kelimede çok manaların müşterek bulunması (iştirak) ve birden fazla kelimenin aynı manayı taşıması (teradüf) gibi inceliklere dikkat edilirse mesele anlaşılır.
İştirak ve tahavvül, doğrudan değişime alâmettir.
Değişim yukarıda da dediğimiz gibi sadece lûgatte, kelime, örf ve âdette değil hayalde söz konusu olmakta, hikâyelerde de mümkün olmaktadır.
Selefin (öncekilerin) zevklerine giden çok kelime, terim, hikâye, temsil, hayal ve manalar; ihtiyârsız ve süssüz olduklarından, sonraki gelenlerin arzularına uygun olmadı. Bu da yenileme arzusunu tahrik etti. Yeni bir şey bulayım ve değiştireyim derken olanı bozmaya cesaret verdi. Bu bozma işi, sadece lûgatte olmadı, diğer alanlarda da oldu.
Bu vaziyet karşısında hakikati arayan, denize dalan dalgıç gibi olmalıdır. Yaşadığı zamanın etkisinden sıyrılıp, mazinin derinliklerine girip, mantığın terazisiyle tartıp, her şeyin kaynağı ve özünü bulmalıdır.
Tahavvül, fıtrî bir kanundur, zira madde ezelî değil, sürekli değişim hâlindedir. Değişen suret ve biçimlerden kurtulamayan maddenin, sonradan yaratılmışlığı (hudûsü) da muhakkaktır.2 Çünkü görüyoruz ki, her asırda, her senede, her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Âlem içinde her vakit âlemlerin yaratılışı ve değişimi vardır. Evet, kâinat, hâdistir, sonradan yaratılmış olup3 sürekli tahavvül ve değişime ama her değişimde isim ve sıfatların azamî tecellisi mümkün olmaktadır.
Her zerrede bir temayül vardır, tekâmüle gider. Her soyda görünen apaçık feyizler ile kemâl noktasına âlem ilerler. İşte o noktaya teveccüh ile hayat yükselir. Doğrusu, âlem tekâmül kanununa muhataptır. Âlemin yaratılışında da tahavvülle tekâmül vardır. Ve esasen insanda da değişim ve olgunlaşma vardır. İnsandaki kemâle erme, başlangıçtan beri gelişen fikirlerin birleşmesi ve sürekliliğiyle beslenir. Fikirlerin başlangıcına da kâinattaki fenlerin tohumları mesabesindeki gözlemler, zamanın terbiyesi toprağında filizlenen tecrübeler ve denemeler muazzam katkıda bulunur.4
Ve tahavvül, âlemin fıtrî bir gerçeğidir, her şey onunla ikame ediliyor.
Dipnotlar:
1- Muhakemat, s. 38.
2- Mesnevî-i Nuriye, s. 274.
3- Sözler, s. 766.
4- Muhakemat, s. 30.