“Ey bedbaht fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve ‘Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir’, deme! Çünkü fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzat talep edip girmemiş; belki içine düşmüş, çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin ve amirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin.”2
Bu ikinci ifade paralelinde bir ifade daha var onu, bununla bütünleştirmeliyiz:
“...Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hâzırayı [el altında bulunan hazır bir lezzeti], ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hâzır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden [ertelenmiş azaptan] ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki, inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar. Şu hâlde; kebairi işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”3
Bu ifadede fâsık adamın iç dünyası muhatap alınır ve tahlil yapılır.
Etrafındaki günah işleyenlerin çokluğuna bakarak, kendi günahkârlığını savunmaya kalkışmaması, görmemezlikten gelmemesi ve hatta kendini avutmaması, aldanmaması hatırlatılır.
Cümlenin devamında fâsıkın psikolojik tahlili yapılır. Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak hata ve günah işleyen fâsık, işlediği günahın içine düşerek, çıkamadığını ifade ederek ona farklı bir cepheden yaklaşır.
İlk ifadedeki mürted fâsıka yapılan ifadenin şiddeti ikinci ifadede düşer.
Fâsık kavramı üç manada değerlendirilir:
1. Günahı çirkin görmekle beraber farkına varmadan işlemek.
2. Üzerine düşerek ahmakça günah işlemek.
3. Günahın çirkinliğini inkâr ederek işlemek.
Ehl-i Sünnete göre ilk ikisi, Müslüman kabul edilir, üçüncüsü kâfirdir. Ehl-i Sünnet âlimleri ehl-i kıbleden olan fâsıkın mü'min olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Fâsık mü'mini münafıkla bir tutmak isabetsizdir. Her münafık fâsık olmakla birlikte her fâsık münafık değildir. 4
Fâsık, şahıs olduğu gibi zihniyeti de temsil eder.
İnsan, hayatın zelzeleleri içerisinde mü’min iken zaman zaman fıska da düşebilir, bundan dolayı onu küfre itmek doğru değildir. Bediüzzaman, büyük günahları işleyenin küfre girmediğini ifade eder. İman sahibinin, şeytanın hilesine kapılarak işledikleri günah, onların imansızlıklarından değil, imanın zayıflığından, tesirinin yetersizliğinden olduğunu ifade eder. 5
Bu esaslar muvacehesinde ikinci ifade değerlendirilirse Bediüzzaman’ın yaptığı yorumun yerinde ve isabetli olmanın yanında hayata ve topluma insan kazandırma odaklı olduğu anlaşılır. Ve onu, içeriden kavrayarak, ümid vererek, düştüğü çukurdan çıkarmak için elini uzatıyor. Bunu da “Hiçbir fâsık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin”, diyerek onun kalb ve vicdanındaki sızıyı seslendiriyor. Evet, günahkârların ekseriyeti, hâllerinden memnun değil ama düştükleri çukurdan çıkamıyorlar.
Yapılan izahlarla günahkârı, temize çıkarma olarak anlaşılmaması gerekir. İşte bu problemli husus için değişmez bir şart olan noktayı da şöyle ifade eder: “İrtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet” alınmasın, der.6
Yazımızın konusu olan mürted-fâsık arasındaki şiddet farkına dikkat çekerek, tesis edilen fıkhî prensibin korunmasıyla beraber, çalkantılar içerisindeki ahirzaman insanına sunulan kurtuluş çaresine işaret etmek istedik. Ola ki bir günahkârın uyanmasına vesile ola. 7
Dipnotlar:
2- Lem’alar, s. 217 (17. Lem’a)
3- Lem’alar, s. 160 (13. Lem’a)
4- Mehmet Türk, Allah’ın Kelâmı Meal-Tefsir (2018), s. 916; Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslâm Ansiklopedisi, Fâsık maddesi
5- Lem’alar, s. 156 (13. Lem’a)
6- Mesnevî-i Nuriye, s. 176 (Zühre); Lem’alar, s. 217
7- Bu yazının yazılmasına vesile olan dostum Ali Fuat Alatürk’e selâm ve dualar.