“Semi’nâ ve ata’nâ” ifadesi ile tekrarlanan “işittik ve itaat ettik” nidamız olan bu üçüncü yazımızda “na’büdü” mânâsını mütalâaya sıra geldi. Bu ifadelerde çok manaların saklı olduğunu başlangıçta söylemiştik.
“Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” yani “İşittik ve itaat ettik ey Rabbimiz, affını dileriz.” duâsında bulunan “Rabbenâ”da saklı “nâ” (biz) zamiri hepimizi bu duâya dahil eylemekte.
Neyi işittik ve itaat ettik? Peygamberlere gelenlere, yani Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmeyi işittik ve kabul ettik.
“İşittik ve itaat ettik,” âyette çoğul takısı ile yer alırken; ümmete “böyle deyin” manasında yol göstermekte. Bizim de, asırlar sonra zaman sahnesine çıkma sıramız geldi ve ubudiyet safında, bu satırlar arasında okuyucularımızla beraber “Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” diyoruz. Böylece Rabbenâ’daki “nâ”ya dahil oluyoruz.
“Ey Rabbimiz!” derken üç tane nidâ yükseliyor. Birinci olarak, vücudumuzdaki zerreler hep beraber hâl dilleriyle; ikincisi, ehl-i tevhid olarak; üçüncüsü ise kâinattaki bütün mevcudat hâl dilleri ile “Ey Rabbimiz, biz de emrini işittik ve itaat ettik” diyorlar.
Evet, kâinat ve mahlûkat taifesinde neler varsa hep beraber binbir lisanları ile nida ederek “Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” diyorlar.
Ya ben? Vücudumdaki zerreler, ehl-i tevhid ve kâinat bu müşterekliği ve beraberliği ifade ederken ben ne yapıyorum? Günlük, anlık hâllerimle ne kadar “Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” diyebiliyorum? Ey Rabbim! Bütün kusur, acz ve fakrımla ubudiyet divanına durarak ben de aynı münacata iştirak ederek ‘Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ’ diyorum, kabul eyle Allâh’ım, âmin.
Bu sükutî kabul ve memnuniyetin huzurunu yaşarken, ötelerden âdeta itirazvârî bir soru sorulur: İnananlar, mükellefiyetlerini kabul ettikten ve amel de ettikten sonra bu mağfiret neyin nesi? Niçin ona ihtiyaç duyulmuş? Demek ki âmin de denilse konu tam anlaşılmamış.
Berilerden cevap gelir ikna edercesine: Her ne kadar onlar mükellefiyetlerini yerine getirmiş olsalar da bir kusurun sadır olmasından korktukları için mağfiret dilemektedirler. Her gün yetmiş defa mağfiret dileyen Resûl-i Ekrem (asm) bu konuda da Rehber-i Küll ve Mutlaktır (asm). Ayrıca biz kulluğun hangi mertebesinde olursak olalım, Rabbimizi lâyıkıyla sena edemedik, edemeyiz; o halde mağfiret dilememiz lâzımdır.
Mağfiret etmede, affetmede en mükemmel olan Sensin, o halde bizi affet. Bunu da ilân ediyoruz Rabbim! Çünkü Sen affetmeyi çok seversin.
Bu âyetin benzeri mânâsında olan “Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve peygambere uyduk…” 1 ile “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla.” 2 ve “Ya Rabbenâ! derler: İnandık iman getirdik, şimdi Sen bizi şehadet getirenlerle beraber yaz” 3 ve “Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet;” 4 ve tesbit edebildiğimiz bu âyetlerle Rabbimiz; gönderdiklerine iman ettiğimizi ilân etmemizi, ikrar etmemizi ve nihayetinde de mağfiret dilememizi talim buyurmaktadır.
Rabbenâ’lı âyetlerden bizi dehşete düşüreni de var: “O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, ‘Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık’ diyecekleri zamanı bir görsen!” 5 âyetindeki günahkârlar da “Gördük ve duyduk” derler. Ama gecikmeli olan ve işe artık yaramayan bir görme ve duymadır bu. Allâh muhafaza eylesin, âmin.
Dipnotlar: 1- Âl-i İmran: 53. 2- Âl-i İmran: 193. 3- Maide: 83. 4- Mü’minun: 109. 5- Secde: 12