Meslektaşım arabasıyla yol alırken, bir ara her nasılsa dengeyi kaybedip arabaya takla attırıyor.
Kaza anında arabada bulunan üç-dört yaşındaki minik kızı, bulunduğu yerde gözlerini açıp babasını görünce, hemen soruyor:
-Baba biz şimdi öldük mü?
Ülkenin haline ve gidişatına bakarak benim de o minik yavru gibi safiyane sorasım geliyor:
-Acaba biz şimdi ölmüş müyüz?
**
Büyük bir imparatorluğun mirası, göz koyanların gönül yarası olan koca ülkemize bakınız ki, tam bir tezatlar ülkesi haline gelmiş..
Muhabbetle husûmetin, kardeşlikle adâvetin, saadetle şekâvetin, iktisatla israfın, cesaretle korkaklığın, yalanla sıdkın, dindarlıkla dinsizliğin, hülâsa bütün zıtların bu kadar iç içe, bu kadar kol kola olduğu başka hangi diyar gösterilebilir?
Diyeceksiniz ki, dünyanın yapısı böyle..
Diyeceksiniz ki; hikmet ve imtihan yeri olan dünyanın mahiyeti budur. Hayır ve şerrin, mükâfat ve mücazatın kesin hatlarla ayrılacağı kudret diyarı ancak Ahirettir.
Pekâlâ yeryüzünde bütün bu zıtların bütün şiddetiyle harmanlandığı yer neresidir?
Elbette ki, İslâm âleminin hilâfet merkezi en son neresi olmuşsa, orası olacaktır.
Ahirzamanda beklenen şahısların faaliyet alanı neresiyse, orası olacaktır.
Süfyan ile Mehdî’nin yüz yüze geldiği ve Süfyanizm ile Mehdiyetin kıyasıya çarpıştığı yer neresiyse, orası olacaktır.
Ah bir de, bu iki zıt kutupları birbirine yaklaştırma ve barıştırma çabaları olmasa..
Ah bir de Fatih’in düşmana atılan toplarını tutan Cibali Baba misali zevat olmasa..
Ah bir de “dinde mutaassıp, muhakeme-i akliyesi kıt”lar olmazsa..
Ah bir de meydanlar, iyilik zannıyla fenalık yapanlarla dolup taşmasa..
Ve ah bir de günübirlik siyaset meftunları başlarını kaldırıp Müceddid’in, uzakları yakınlaştıran dürbünüyle bakabilseler…
Ne zaman sardıysa sardı ruhları bir ikilem.. Ne zaman tuttuysa tuttu kafaları bir paranoya..
Baksanıza şu tabloya..
Bir korku, bir endişe sarmış ülkeyi boydan boya!
Siyasî rant adına açıkça ayrımcılık yapılmasının, etnik ve politik gruplaşmalara birinci ağızdan prim verilmesinin bu kadarına da pes doğrusu!
**
Askerde bir komutanın, “Erciş nereye bağlı?” sorusuna Ercişli bir er’in cevabı şöyle olmuş: “Komutanım, direkt Allah’a bağlı!”
Çok sevdiği “Yeşil Erciş”ini, öteden beri il olarak görmek isteyen bir Erciş sevdalısının, her ne kadar bu yakıştırmayı, “Van’ı ağzına almama” adına yaptığı söylenirse de, doğrusu “direkt Allah’a bağlı” hükmünün karşısında ancak boyun eğilir, “amenna ve saddakna” denilir.
Evet; Van’ın da, Erciş’in de, dünya ve kâinatın da kime bağlı olduğunu, insanoğlu gafletle unutunca, Sultan-ı Kâinat (cc) çeşitli vesilelerle hatırlatıyor, insanoğlunu gafletten uyandırıyor. Hatırlatma şiddeti de; gafletin, isyanın ve zulmün derecelerine göre farklı olabiliyor!
İşte gafletin şiddetine bakınız ki, ülkemizde terör belâsı ve devâsa sıkıntılar artarak devam ederken, her gün şehit haberleriyle ülke sarsılırken bile, nazarlarımızı dünya cazibesinden ve boş heveslerden alıkoyamıyoruz.
Sahi biz ölmüş müyüz?
Yoksa en doğrusunu Said Nursî Hazretleri’nin şu ifadelerinde mi arayalım:
“Onların misali, rüyasında güya uyanıp, rüyasını halka hikâye eden nâim meselidir. Halbuki, rüyasında onun o intibahı uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir. Böyle bir nâim ölü gibidir; yarı buçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?”
“Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler!”