Akıl ve naklin el ele verip ittifak ederek, İslâm hakikatlerinin gerçek olduğu tasdik edilmiş.
Asılları, hakikat zemininde kökleşmekle beraber, dal ve budakları mükemmelliğin göklerine yükselip yayılmış halde. Hem öyle dallar ki, meyveleri iki dünya saadeti vermiş.
Bizleri mucize olan Kur’an ile irşat etmiş. Öyle bir kitap ki, kaderin eli ve hikmet kalemi ile yazılmış.
Yürürlükte olan ince, derin ilahî kanunları ortaya koyduğu halde, adalete yakışır hükümleriyle yol gösterici olmuş. Sonsuz dualar Hz. Peygamber’e olsun ki, bütün cins ve türleriyle âlem; O’nun peygamberliğine şehadet ediyor. Yine tüm cins ve türleriyle âlem; O’nun mucizelerine delalet ediyor.
Âleme teşrif ettiğinde, her tür kendine has diliyle onu alkışladı. Ezel sultanı olan Allah; yer ve göğün tellerini konuşturduğu ve her bir tel, başka bir dil ile mucizelerinin nağmelerini söyledi. O şirin sadâ, bu gök kubbede ilelebet çınladı. Sema, kendisinde meydana gelen miraç olayı ve Ay’ın bölünmesiyle peygamberliğini tebrik etti. Yeryüzü, kendi taş, ağaç ve hayvanın dilleriyle mucizelerini sena edip övdü. Atmosfer, kendi cin ve bulutların işaretleriyle nübüvvetini müjdeledi.
Geçmiş zaman, peygamberler, semavî kitaplar ve kâhinlerin rumuz ve telvihatlarıyla; o hakikat güneşinin fecri sadıkını gösterip, müjdelediler.
Ve zamanı hâl, yani asrı saadet lisanı hâliyle, Arapların tabiatında meydana gelen, o büyük inkılâbı; tam bir bedeviyetten mükemmel bir medeniyetin doğmasını şahitlik etti.
İstikbal; kendinde meydana gelen ve gelecek olayların ve fenlerin ince tavırlarıyla O’nun bahtiyar kafilesini karşıladı. Yine istikbal, hakimane bir dil ile irşatlarına teşekkür etti. İnsan nev’i kendi araştırmalarıyla, özellikle güneş gibi kendi kendine bürhan olan beliğ hatibi Hz. Muhammed’in diliyle, Haktan geldiğini ilân etti.
***
19. asrın başından beri, milletin hâlen geri kalmış olmasından ötürü feryad ve figan ederek; üzülmemek elde değil. Çünkü İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek, kabuğuna bakıp durduk. Ve tabii ki aldandık.
İslâmiyeti yanlış anlayarak ve ona karşı edepte kusur ederek; İslâmiyet’in hakkını ve müstehak olduğu hürmet ve saygıyı yerine getiremedik!
Tâ, o da vehim ve hayallerin bulutlarıyla sarılıp, tesettür eyledi, bizden kendini gizledi.
Hem de hakkı var: Zira biz İsrailiyâtı hakikatlere karıştırdık.
O da ceza olarak bizi dünyada sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir.
Hem de itikadımızdır ki: İstikbalde mutlak hâkim olacak, yalnız İslâmiyet hakikatidir.