"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hasan Kurt

Mustafa ORAL
15 Mayıs 2019, Çarşamba
Sav, Nur hizmetinde Barla’dan sonra en bereketli topraklardandır.

1940’lı yıllarda köyde neredeyse Risale yazmayan yoktur. Hasan Kurt böyle bir iklimde dünyaya gelir. 1930’lu yıllar hizmet açısından çok kritik dönemdir. Adam gibi adamlara ihtiyaç vardır. Hasan genç yaşta Nur hizmetine katılır. Risaleleri okuyup yazmaya başlar. Gün geçtikçe Üstada aşkı artar. “Hay mübareği bir defa görsem” diye diye yanar. Fakat Üstad Kastamonu’dadır, görüşmek mümkün değildir. O ara celb gelince askere gider. Görüşmek imkânsızlaşır. 1943’te Sav’a döndüğünde Üstad ve talebeleri idam talebiyle Denizli hapsine atılmıştır. Hasan, her şeyi göze alarak bir grup Nur sevdalısıyla Denizli yolunu tutar.

Denizli’ye vardıklarında Hafız Ali Ergün’ün hastaneye kaldırıldığını öğrenirler. Ertesi gün Nur Talebelerinin mahkemesi vardır. Bediüzzaman hasretiyle yanan Hasan’ın kalbi yerinden çıkacak gibidir. Gözünü uyku tutmaz. “Mübarek zatı pencereden bari görsem” diye inler. Az sonra kimseye haber vermeden hapishane yolunu tutar. Hapishaneye vardığında bakar ki yüreği yanık bir sevdalı gözleri pencerede aşkla beklemektedir. Heyecanla yanına yaklaşır. “Üstad hangi pencerede acaba?” Garip âşık gözlerini pencereden ayırmadan cevap verir. “Şu sarmaşıklı pencere, fazla yaklaşma Üstadımız incinir, hem polis takip ediyor.” Polis kimin umurunda. Fakat şu demir parmaklıklara dolaşmış sarmaşıklar olmasa iyiydi. Yatıya gelmiş kaygısız komşu gibi bütün pencereyi kaplamış. Hasan aşkla kendisinden geçmiştir bir kere, polis falan dinleyecek halde değildir. Pencereye yaklaşır. Birkaç adım sonra sarmaşıklar hafifçe aralanır. Üstad sanki bir ilkbahar sabahı güneşi karşılamak için pencereye çıkmıştır. Beyaz cübbesiyle melekler gibi sevimli görünmektedir. Göz göze gelirler. İhtiyar güneş, sancağı kalbine koyar gibi elini kalbine koyar. “Hoş geldin kardaşım.” Bu ana nasıl yürek dayanır. Dayanamaz âşık Hasan. Ah ki, gecelerin kurdu kediye dönmüştür. Sevgilinin bir gülüşü öldürdü öldürecektir. O ne cezbe, o ne istiğrak ya Rabbi. Heyecandan oracığa yığılır. Ama gözü hâlâ geceyi aydınlatan güneşin gözlerindedir. Şefkatli sultan genç aşığın zarar görmesinden endişelenir. “Kardeşim karakola götürürler, buradan ayrıl. Seni duâma aldım.” Kolaysa sen ayrıl Üstad. Hasan’ın ayakları geriye gitmiyor işte. Sözlerin git diyor, ama gözlerin kal diyor sanki. İstemeye istemeye birazcık uzaklaşır. Gidiyorum, ama az sonra gene geleceğim, der gibidir. Gözleri arkada yavaş yavaş geri çekilir. Hazret biliyordur Hasan’ın kalbindeki aşk harını. Bu zavallı köşeyi döner dönmez geri gelecektir. Tekrar seslenir. “Buradan uzaklaş.” O zaman dayak bol, karakola gittin mi kurtulamazsın. Üstelik Üstad da zarar görecek. Çaresiz otele döner.

Sabahı zor eder. Sabah hemen mahkemeye koşar. Mahkeme önü ana baba günü gibidir. Memleketin değişik yerlerinden gelen üç bin Nur aşığı otağlarını kurmuşlardır. Kervan kervan mahkeme salonuna çıkarlar. Fakat bu kadar insanı binanın taşıması mümkün değildir. Bir ara savcı bağırır. “Binayı çökerteceksiniz.” Fakat onların çıkacağı yoktur. Üst üste de olsa dinleyeceklerdir. Hasan, Üstada çok yakındır. Hazret, mahkemeleri ilânname, yani reklâm olarak görür. Kollarını sıvar. Kahramanca konuşmaya başlar. “Risale-i Nur memleketin necat vesilesidir…”

Duruşma biter, fakat tahliye çıkmaz. Hazret ve talebeleri tekrar hapse dönerler. Sevenleri onları görebilmek için yolların iki tarafını kuşatmıştır. Hazret çok haşmetli yürümektedir. Manevî cazibesi herkesi kendine çekmektedir. Yüzüne bakan gözünü ondan alamamaktadır. Ateşe koşan pervane gibi yaklaşmaya çalışmaktadır. Askerler hadise çıkmasından endişelenir. Tedbir alırlar, süngüleri takarlar, kimseyi Üstada yaklaştırmazlar. Üstad ve talebeleri halkın yoğun ilgisi altında hapishaneye girerek gözden kaybolurlar. Hasan huzurdan hüzne devrilir. Üstadı görmenin sevinci tekrar ayrılığın üzüntüsüne dönüşmüştür.

Hâfız Ali dünyaya veda ediyor

O gün herkes bir taraftan Üstadı görmenin mutluluğunu yaşarken diğer taraftan gözler Hafız Ali’yi arar durur. Hasanlar, Hafızı hastanede ziyaret ederler. Ellerini öperler. Hafız, Hasanları karşısında görünce çok duygulanır, ağlamaya başlar. Sekerattadır, öteyakaya geçti geçecektir. Gayp perdesi açılmış, karşıyakayı görmüştür. Kardeşlerim!, der, ‘Sizi Cenab-ı Hak gönderdi. Benim bu günlerde yüzde doksan dokuz berzah kapısını aralama ihtimalim var. Ölümden korkmuyorum. Ölümü severek karşılayalım, ölümü gülerek karşılayalım.’ Hafız bedenen yorgun, fakat ruhen dingindir. Hasanlar daha fazla yormak istemezler. İbiş Dayı Hafızla emsaldir. 

Birkaç ölüm hadisesine şahit olmuştur. Hafızın hallerinden endişe eder. Hasanlara fısıldar. ‘Bu zat, yakında gidecek. Biz kalalım, gitmeyelim. Bu gece ölüm vuku bulursa Isparta’ya götürürüz.’ Dünya gözüyle son bir kez daha bakışarak helâlleşirler. Ertesi sabah acı haber gelir, Hafız dünyasını değiştirmiştir. Hâlbuki her şey ne kadar da güzel başlamıştı. Üstadı, Tahiri’yi, Hüsrev’i, nice kıymetliyi görmüşlerdi. Hafızın hüznü çöker üzerlerine. Cenazeyi memleketine götürmek isterler, fakat müsaade edilmez. 

Hafızın rüyasında gördüğü Denizli toprağının üzerine serpilmesini hüzünle seyrederler. Ah, buna yürek dayanır mı?... Defin işi bittikten sonra gözyaşlarıyla birlikte gözlerini ve gönüllerini de kabre bırakarak Sav’a dönerler. O günden sonra Hasan’ın kalbinin bir yanı yüklü bir hayvanın denginin bir tarafının ağdırması gibi ağdırır durur. Yaşamak zorlaştıkça zorlaşır. Yaşama sevinci ağırlaştıkça ağırlaşır.

Artık sığınılacak tek liman Üstaddır. Kalbi onun aşkıyla kavrulmaktadır. Üstad hapisten çıktıktan sonra sık sık eşiğine varır. Üstad abdest alırken su dökme bahtiyarlığına erer. Sıra namaza gelmiştir. Üstad koca bir dağ gibi kalkar, namaza durur. “İlâhî Yâ Rabbi!!!” Sesi gökgürültüsü gibi haşmetlidir. Neredeyse ev sarsılıyordur. İhtimal ki uzaktan Kâbe’nin tülü aralanır. Uzak uzak ülkelere göçülür. Nihayet namaz biter, Cennet dünyaya dönülür. Hasan’ın dizlerinin bağı çözülmüş, kalbinin pası alınmış, arınmıştır. Üstad o namazdan kısa süre sonra ruhunun mi’racına varır. Hasan da o namazın arılığı ve nuruluğuyla 15 Mayıs 2010’da hayatını noktalar. 93 yıllık Nurlu ve bereketli ömür kıymetli bir sandık gibi Mustafa Sungur’un hüzünlü bakışları altında Sav toprağına sırlanır.

Okunma Sayısı: 2785
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı