Çanakkale’de adeta bir mahşer yaşanıyordu… Anadolu’dan Arabistan Yarımadası’ndan, Yemen’den, Suriye’den, Irak’tan, doğudan ve batıdan… Binlerce asker ve subay Çanakkale de idi… Osmanlı’ya son darbeyi vurmak ve tarih sahnesinden silmek istiyorlardı.
İmparatorluk yorgun ve bitkindi. Ama bir inançları vardı. Vatan savunması her şeyin üstünde idi. Daha bıyıkları bile terlememiş vatan çocukları, hiç tereddüt etmeden bu mahşerin içine atılmışlardı. Duâlar arşa yükselmişti.
İşte Mehmet Yüzbaşı, çeşitli cephelerde savaştıktan ve yaralandıktan sonra Çanakkale’ye gelmişti. Savaş bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bir tarafta karavanalar kaynıyor, bir taraftan yaralılar tedavi ettiriliyor, diğer taraftan vefat edip şehadet şerbeti içenlerin yerine takviye kuvvetler geliyordu. Her tabur da ayrı bir ezan okunuyordu. Namazlar ise cemaat ile kılınıyordu. Eller semaya açılıyor, samimî niyazlarda bulunuluyordu. Ne tatlı bir uykuları vardı, ne de istirahatları...
Mehmet Yüzbaşı’nın bir bölüğü vardı. Ve şehadet şerbetini içmek için hazır bekleyen kahraman askerleri. Namazsız hiçbir asker yoktu. Gökten top mermileri düşüyor, düşman siperlerinden acımasız kurşunlar yağıyordu. Ordu komutanları, albaylar, yarbaylar, binbaşılar. Taburları ziyaret ediyorlar, askerlere moral veriyorlardı. Siperlerden yanık nağmeler ile türküler söyleniyor, kahramanlık şiirleri okunuyor, güzel sesli hafızlar ve bilenler Kur’ân okuyorlardı.
Bu meydanlarda riya ve gösteriş yoktu. Sadece bir şey vardı: O da vatan sevgisi. Ona düşman elinin uzanmaması.
Şehit olanlar hemen oracıkta, namazları kılınıp defnediliyorlardı. Her şehidin kaydı tutuluyor, memleketine ve askerlik şubelerine kaydı iletiliyordu. Savaş başlayalı aylar olmuştu. Her iki taraftan da önemli kayıplar veriliyordu.
Yüzbaşı Mehmet askerini toplamış ve bir konuşma yapıyordu:
“Aziz askerlerim! Bazı askerlerimizi kaybettik, ebedi âleme intikal ettiler. Ve ölüm acısını hissetmeden gittiler. Şimdi düşman yeni bir saldırıya geçiyor. Metanetli olalım. Önemli olan vatanın savunulmasıdır. Kiminiz nişanlı kiminiz evlidir. Babalarımız, çocuklarımız ve validelerimiz yolumuzu beklemektedirler. İnsan için ölüm tektir. Ne ileri ve ne geri bir adım atılamaz. Ecdadımız bu toprakları kan dökerek kazandı. Bizler bu vatanı ancak kan dökerek muhafaza edebiliriz. Ben sizlere hakkımı helâl ediyorum. Sizlerin de bende hakkınız varsa isteyin, hakkınızı vereyim.
İnşallah sağ kalırsak yine beraber oluruz. Şehit olursak yine ebedî âlemde yine beraber oluruz inşallah. Biri birinize haklarınızı helâl ettiniz mi?”
Hep bir ağızdan: ”Helâl ettik Kumandanım, helâl ettik Kumandanım!”
Yüzbaşı Mehmet de “ben de sizlere hakkımı helâl ediyorum askerlerim, ben de helâl ediyorum.” Çok geçmeden yerden ve gökten saldırılar başlamıştı. Yüzbaşı Mehmed’in başlangıçta söylediği gibi, savaş şimdiye kadar olmadığı kadar dehşetli oluyordu.
O esnada tam Mehmet Yüzbaşının yanına bir top mermisi düştü ve birkaç asker orada şehit oldu. Ve yüzbaşı da çok ağır yaralanmıştı.. Çok kan kaybediyor revire yetişmesi de zor görünüyordu.
Hemen askerleri, üsteğmen, teğmen ve çavuşlar Yüzbaşının yanına koştular. Ve şöyle seslendi Mehmet Yüzbaşı:
“Üsteğmenim kumanda sendedir, geri çekilmeyin, üst kumandanlarıma selâmımı iletin. Aileme selâm gönderin mahzun olmasınlar. Çocuklarımın eğitimi ve dindarlığı için gayret etsinler” dedi.
Mehmet Yüzbaşının konuşmaları yavaşladığı an birden gözü bir tarafa dikkat ile bakıyordu ve:
“Benim kollarımdan tutup kaldırın” diye emretti. Karşısına iki cihanın sultanı Peygamberimiz (asm) temessül etmişti ve Mehmet Yüzbaşıya tebessüm ediyordu. Çok heyecanlanmış ve: “Zahmet buyurdunuz ya Resulullah (asm)”
Bu kelimeden sonra askerlerinin kollarında can verdi Mehmet Yüzbaşı.
“Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber” müjdesindeki yerini almıştı.
Çanakkale’de binlerce şehir canından vazgeçmişti ama, Çanakkale geçilemememişti.