Asrın başlarında Bediüzzaman Hazretleri ‘üç düşman’ı sıralarken birincisini “cehalet” olarak sayar. Ve, “insanların ancak yüzde yirmisini ehl-i tahkik olarak” sınıflandırır.
İşte asıl muhatabımız bunlardır. Bu yüzde yirminin içinde her guruptan insan vardır.
Nur hizmetinde bulunanları da dost, talebe, kardeş, sahipler, varisler, naşirler, taraftarlar, haslar ve hasların hasları olarak sıralar.
Cennetin tabakaları da farklıdır. Düşmanın başı cehalettir. Atasözünde, “Cahil olan kimse vakitsiz öten horoz gibidir” denir.
“İlim cesaret verir, cehalet küstahlık” denilmiştir. Yine atasözünde, “Cahilliğin en kötü yanı inattır.”
Hz. Mevlânâ ise, “Cahil kimsenin yanında, kitap gibi sessiz ol” der.
Eşref şöyle tarif eder: “Cehalet insanı mahkûm eder, her saadetten” / “Cahilin sofusu, şeytanın maskarasıdır” dahi denilmiştir.
Yine, “Güneş balçık ile sıvanmaz ey dil!/ Bi zeban olsa da bellidir kâmil,/ Kendisinden başka beğenmez cahil,/ Kendi çalar, kendi oynar” denilmiştir.
Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene,/ Çünkü nadan, ne gelirse söyler diline”
Cehalet üzerine başka güzel sözler de vardır: “Sükût âlimi güzelleştirir, cahili setreder.”
Yanlışlığı Üstad şöyle tarif ediyor: “Yanlışlık, tatbiki nazariyattan ve muhakeme-i hali bilmemekten çıkar.”
Millet olarak bir çok değerlerimiz dejenere edildi. Onun tamiri müceddit ve talebelerine düştü. İşte içinde bulunduğumuz hayatın manzarası budur. Yani, tamir vazifesi ihya hareketi Nur Talebelerinin üzerindedir.
Ticarî hayatımızdan alın, sosyal hayatın her basamağında bunun çapraşık izlerini görürüz. Onun için; “lisanı hal, lisanı kalden üstündür” tesbiti çok önemlidir.
Asr-ı Saadette, bedevî bir kavmi insanlığa muallim eden sır budur. Nur hizmeti küçük bir haneyi tamir etmiyor. Belki bin senelik müfsit aletler ile rahnelenen, kalbi umumiyi tamir ediyor. Nur Talebelerinin üzerindeki yük gayet ağırdır. Vazife ise cihan vüs’andedir.
Bilirsek elimizden kaçmayacaktır.
Dertlerin ilâcı ilim ve ihlâstadır vesselâm.