Yaşadığımız zaman itibariyle her şeyin, her işin, her okunanın, yazılanın mahiyeti, ne olduğunu ne olmadığını, neyi ifade ettiğini neyi ifade etmediğini öğrenmek, delillendirmek ve ispat etmeye çalışmak âdetten ziyade bir meşgale, bir uğraşı ve iş olmuş.
Zihinleri, akılları maddiyata çeken ve maddî haller ve neticeleri veren uğraşmaklar, meşgaleler sadece maddî olarak insanları tatmin edebilir veya ikna edebilir. Fakat manevî yönü olan, manevî neticeleri verecek olan meşgaleler için de delil, ikna, ispat yolu tercihan sadece bunlarla olur bâbından yapılmamalıdır. Çünkü bütün bu delillendirmelere güvenmek ve neticeler almaya çalışmak manevî olarak noksanlığı ifade eder.
Bu konuda Bediüzzaman Said Nursî’nin şu ifadelerine kulak verip anlamaya çalışmamızda fayda vardır diye mülâhaza ediyorum: “Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade mehazdaki kudsiyet imtisale sevk eder…”
Yapılan çalışmalar ve delillendirmeler ve neticeleri beklemeler ihsan-ı İlâhiye, inayet-i İlâhiye ve istihdam-ı Rabbaniyenin önüne geçmemelidir.
Feyiz, bereket, tesirat ve neticeler hiçbir zaman başlangıcında hiçbir maneviyattan önce düşünülmemelidir. İhlâsla üzerimize düşen kudsî, manevî işler yerine getirilmeye çalışılmalıdır.
İş nedir? Tebliğ… nasıl? Kavl-i leyyin ile neticeyi Allah’tan bilerek iyice anlamak için okuyarak elde edilen imanî mevzuyu ve metni edeple ve edipçe karşımızdaki muhtaç olan birisine aktarmak, vazifeyi yerine getirmektir.
Aklın ikna olacağını düşündüğümüz delillerle; onun yanında kalp, ruh ve manevî lâtifelerin de ikna olup, müstefid / faydalanabilme olacağını daima düşünmeli ve uygulamaya koyabilmeliyiz.
Aklımızdan çıkmayacak şey; her zaman için imanî meselelerde kudsî, manevî, feyizli, bereketli tesiratın varlığı olmalıdır.