Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halk etmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği âzâ, havâs ve letaifin her birisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi, aralarında görülen sür’at-i teavün ve imdattan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan, eğer ubudiyet yoluna giderse, bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerine, kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza, eğer enaniyet yolunu takip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara da mahal olmaya müstahaktır.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Kelime-i Tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirmektir. Maahâzâ, zâkir olan zatta bulunan hasse ve latîfelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi; onların da, onlara münasip şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanın bir akrabasına, meselâ, okuduğu bir Fatiha-i Şerifeden hâsıl olan sevaptan istifade etmekte bir ile bin müsavidir. Nasıl ki ağızdan çıkan bir lâfzın işitilmesinde bir cemaat ile bir ferd bir olur. Çünkü lâtif şeyler matbaa gibidir. İstinsah edilen bir kelimeden, bin kelime çıkar.
Ve keza nurânî şeylerde vahdet ile beraber tekessür olduğuna, yani bir nurânî şeyde bin sevap bulunduğuna bir işarettir...
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Nebî-i Zîşânın (asm) Makam-ı Mahmûdu İlâhî bir mâide ve Rabbânî bir sofra hükmündedir. Evet, tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-i Zîşana (asm) okunan salâvat-ı şerife o sofraya edilen dâvete icabettir.
Ve keza, salâvat-ı şerifeyi getiren adam Zat-ı Peygamberîyi (asm) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taallûk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salâvat getirmeye müşevviki olsun.
İ’lem Ey Din Âlimi!
(*)Ücretim az, ilmime rağbet yok diye mahzun olma; çünkü mükâfat-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zatiyeye bakmaz. Meziyet-i zatiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyle ise zâtî olan meziyetini mükâfat-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metaına satma.
(*): Ehemmiyetlidir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 101
LÛGATÇE:
besatet: Basitlik, sadelik.
halk etmek: Yaratmak.
havâs: Hasseler, duyular.
hilkat: Yaratılma, yaratılış.istinsah etmek: Çoğaltmak.
kesret: Çokluk.
letaif: Duyular, hisler.
mâide: Sofra.
müsavi: Eşit.
sanem: Put, Allah’tan başka
tapınılan her şey.
sür’at-i teavün ve imdat: Yardım ve yardımlaşmadaki hızlılık.
tekessür: Çoğalma.
terkib: Bir kaç şeyi birleştirerek yeni bir şey meydana getirme.
ubudiyet: Kulluk.vahdet: birlik, teklik.