Üçüncü Remiz: Ey insan! Fâtır-ı Hakîm’in senin mahiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki:
Bazen dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalp ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.
Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latîfeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o latîfe, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hatta bazen söner ve ölür.
Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.
Dördüncü Remiz: Ey dünyaperest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için, birbiri içinde in’ikâs edip, göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi darken, bir şehir kadar geniş görünür. Çünkü o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi ma’dum ve gayr-i mevcut oldukları halde, birbiri içinde in’ikâs edip gayet kısa ve dar olan hâzır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat hayale karışır; ma’dum bir dünyayı mevcut zannedersin.
Nasıl bir hat, sür’at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi, senin de dünyan hakikatçe dar, fakat senin gaflet ve vehim ve hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki, o geniş dünyan kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz. Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür’atli akar.
Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir. Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden ”Lâ ilahe illallah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.
Lem’alar, On Yedinci Lem’a, s. 234
LÛGATÇE:
ağleb: Pek çok.
dünyaperest: Dünyaya tapan, dünyaya düşkün.
Fâtır-ı Hakîm: Her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah (cc).
gark olmak: Batmak.
hazer etmek: Sakınmak, korunmak.
in’ikâs etmek: Aksetmek, yansımak.
istiab etmek: İçine almak, yutmak.
kuvve-i hafıza: Hafıza gücü.
latîfe: Duygu, his; insanın manevî yapısında bulunan ince duygular.
lem’a: Parıltı.
letâif: Duygular, hisler; insanın manevî yapısında bulunan ince duygular.
ma’dum: Mevcut olmayan, yok.
marifetullah: Allah’ı tanıma, anlama, bilme.
remiz: İşaret.
sahaif-i ömür: Ömür sayfaları.
sahife-i a’mâl: Amellerin sayfası.
tevehhüm etmek: Gerçekte öyle olmadığı halde öyle zannetmek, kuruntuya kapılmak, asılsız düşüncelere girmek.
vahdaniyet: Allah’ın birliği.