Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ân’daki ilm-i hakikati ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliğiyle, dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktır. Yani, insana der ve ispat eder ki:
“Dünya bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının zat ve sıfât ve esmasına delâlet ediyorlar. Öyle ise manasını bil, al; nukuşunu bırak, git.
“Hem bir mezraadır. Ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatını at, ehemmiyet verme.
“Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
“Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil, belki Cemil-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
“Hem bir misafirhanedir. Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret; kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git; herzekârâne fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma,” gibi zâhir hakikatlerle dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin her şeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir.
İşte Kur’ân, şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur’âniye işaret ediyor. Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya.
Sözler, 16. Söz, YAN-2023, s. 234
LÛGATÇE:
Cemîl-i Bâkî: sonsuz güzellik sahibi Allah.
delâlet: işaret, delil olma.
envâr: nurlar.
herzekârâne: boş, abes, beyhûde sözler sarfedercesine.
huruf: harfler.
hüşyar: uyanık.
irâe etmek: önüne koymak, göstermek.
kitab-ı Samedanî: hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın yarattığı ve bir kitap gibi manalar ifade eden dünya, kâinat.
Mihmandar-ı Kerîm: dünya misafirhanesinde kullarına yardım eden ve nimet veren Rabbimiz, Allah.
müsemma: bir isimle isimlendirilen.
müzahrefat: süprüntüler, pislikler, çöpler.
nukuş: nakışlar, süsler, işlemeler.
seyrangâh: gezinti yeri.
şe’n: iş, fiil.
tenezzüh: gezinti.
veyl: yazıklar olsun.
zeval: sona erme.